21 Aralık 2012 Cuma

Sen

beni sevdiğin zaman o benim işte. tam ve hafif.

oyuncu

bütün dünyamı yıkıp yeniden yaptı. daha önce yapmıştı, bak yine yaptı. dün başka mana verdiğim bazı şey şimdi başka manada.

bu çok güzel.

16 Aralık 2012 Pazar

eve muhabbet kuşu aldık. dedikodu yapmazdım diye sevinirdim. meğer sosyal ortamlara girmediğimdenmiş. acayip yapıyorum. herkese çarpmayan kabalıkları ben görüyorum. böyle denir mi? sınır burada olmalı? düzelmem lazım. düzeltme formülüm olsa iyi olurdu. bu arada muhabbet kuşu da aldık. bir ay kafesten çıkmayacak kafasını vurabilirmiş. ölebilirmiş. ben de çıkmasam kafesten iyi olacak. uçacağıma kafamı vuruyorum. evde otur sus pus.
- hey arkadaş, senin ne güzel bir arkadaşlığın var
- on numarayımdır
- kendi kendinle bütün günü geçirirsin artık
- neden olmasın, hadi kek yapalım
- tamam

bi baktım mütehassis olmuşum

2006 yılının Aralık ayında, son yarısının ilk başındaydık. Altunizade semtinde müjdeyi vermişti, demişti ki 13 Ocak'ta Pendik'te Mesnevi okumaya başlayacağız. 13 Ocak 2007 - Cumartesi günü oradaydım. Canımız şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un ismini taşıyan sanat merkezinin küçük salonunda, yaklaşık elli kişiydik o ilk derste. Belki daha azdır, ama fazla değildir..

Bugün, yani 15 Aralık 2012 - Cumartesi günü, Pendik'te canımız derviş Yunus Emre'nin ismini taşıyan kültür merkezinin büyük, beşyüz kişilik salonundaydım. Ayakta kalan insanlar vardı, yerlere oturanlar, dışarıdaki televizyonlardan programı izleyenler..

En az yediyüz kişi bugün çok güzel şeylere teveccüh etti. Gözlerimle gördüm. İnsanı sevdim. Yine.

6 Aralık 2012 Perşembe

halk ve ekmek

halk ekmek büfesindeki satıcı her gün bi bahaneyle müşterilerini azarlıyor. resmen adamdan korkar oldum. sıra bana geldiğinde sözlüye kalkmış öğrenci psikolojisine giriyorum. bu sabah önümdeki adamı şöyle azarladı: -bu ne biçim poşet? böyle poşet mi getirilir, içine nimet koyacaksın bunun. yiyeceksin boğazından geçiçek. poşete bak!

ama halk ekmeğe bayılıyorum. yüzü sirke satan adamdan almak zorunda da kalsam vazgeçemem ondan :P

tv mevzuu

bir zamanlar ailelerin artık yalnızca tv karşısında bir araya geldikleri eleştirilirdi. artık onu da yapan kalmadı. herkes kendi bilgisayarından oturup izliyor dizisini v.s. tek başına. kitap okumaya filan hiç girmiyorum.

kim bilir bu gidişin..

yatağımda sinsi kirpiler dolaşıyor geceleri. gecelerden arta kalan zamanım daha da beter. işler gözümde büyüyor, lokmalar ağzımda büyüyor, çocuklarım gelişigüzel bir anne bakımıyla şöyle böyle büyüyor. bu sefer doğuya gidiyorum. bitmek bilmez bir haziran ülkesine. bavullarımı hazırladım sayılır. ama kafamı hazırlayamadım. o şimdi tilkilerle çakallarla dolu. nöronlarım sek sek oynuyorlar.
her şey olur. olacağına varır. olagelen olmaktadır. olanda hayır vardır. ol demekle olmuyor. ne oldum demiyceksin ne olucam diyceksin.
bak diyorum işte: ne olucam ben?

28 Kasım 2012 Çarşamba

eşya

benim çocukluğumda oturma odamızda kırmızı bir ısparta halımız vardı.ev sobalı olduğu için herkes ayrı ayrı odalarda oturmazdı. yemek de o odada yenirdi, ödev de orada yapılırdı, adile teyze'yle "uykudan önce" de o odada seyredilirdi. evlenirken aynı halıdan aldı annem bana. onu oturma odamıza serdik. evimdeki bütün eşyaları kendim seçip beğenerek almıştım. ama hepsinde bir yabancılık vardı. eşyayla yaşarken bizimle akraba gibi oluyor. bir yakınlık kuruluyor zamanla. işte ondan benim yeni evimde hiç yoktu henüz. o halım da olmasa çok daha garip hissederdim muhakkak.
artık neredeyse 10 yıllık oldu evim. eşyalarım bizimle yaşadılar, biraz biz karıştık içlerine. tabaklarımızın kenarları kırıldı, halılarımızın püskülleri yolundu perdelerimizde yer yer delikler oluştu. kimilerine göre yeni eşyalar almak için bahane olabilecek bu durum benim için huzur kaynağı oldu. yeni eşyalara zaman zaman gözüm takılmıyor değil. yeni bir koltuk takımı mı alsak filan diye aklımdan geçtiği oluyor. ama yapamam bunu. evim çok güzel bir yer. canlı o. canını severim ben onun :)

27 Kasım 2012 Salı

çocuk ve patates

güne güzel başlamanın kolay yolu: birinci sınıf çocuklarına patates baskısı yaptırmak: -ayşe teeyzee baaak!
-afferim sanaa :)

teşhis

A -hiçbişey yapamıyorum. bööyle bakıyorum. kafam durdu.
O -çok fazla program açtıysan demek ki.

26 Kasım 2012 Pazartesi

hiç keyfim yok a dostlar. bu postumu karanlıkta yazıyorum o yüzden klavyeyi hiç seçemiyorum. ayrıca gözlerim yoruluyor. bu günlerde içim yoruluyor. uzun yıllardır haberleri takip etmiyordum. eski bir muhabir olarak sebeplerim vardı. (olayın kendisi artı haberin verilişi artı haberin algılanışı artı haberle muhatap olan insanların yorumları eşittir cinnet) son 10 gündür haberlerle yeniden yüzleşmeye kalkıştım. o sebeplerimin ne kadar da makul olduklarını iyice anlamış oldum. alem g.t olmuş ve benim elimden bu konuda gelen hiç bi şey yok. asabım bozukken kötü bir anne ve kötü bir eş oluyorum üstelik. karanlıktan hoşlanmıyorum. karanlıkta öcüyle karşılaşabiliriz. arkamızdan sinsice yaklaşabilir. pıst diye kuağımıza üfleyebilir veya omzumuza dokunabilir.

22 Kasım 2012 Perşembe

size laflar hazırladım

hay ben obamanın zenciliğine.. sınır tanımayan şerefsizler örgütü sizi!

buradan başbakanımıza da acilen peynir gemilerinin yürütülmesi gerektiğini hatırlatmak isterim. lafla olmuyor. kelebeklerden etkileniyoruz. senin kelebeğin benim kelebeğim diye bişey yok. ben denize atayım da, artık kim bilirse..

2 Kasım 2012 Cuma

Mütenahi

Size ne anlatsam acaba? Uzun zamandır buraya yazmıyor oluşumun tek sebebi üşenmem değil elbette. Böyle, nasıl desem, böyle bi değişik işte. Ruh halim.

Demin 'enseyi karartmak' deyimi hakkında ufak bi araştırma yaptım. Okuduklarımın hiçbiri asıl anlamı veriyormuş gibi gelmedi bana. Ama veriyor da olabilir tabi. Şu anda yapacağım ilk şeylerden biri olacak olsa da aslında son yapmam gereken şeydir, zannettiğime güvenmek.

Ama o öyle bir tabir ki, zaten manasını kendi veriyor ruhen, sanki. Bana öyle geliyor azizem ne yalan söyleyeyim..

Ben enseyi karartmışım, bir konuda. Bu gece fark ettim. Yani nasıl böyle kendime bile hissettirmeden yapabilmişim bunu acaba, bilemedim. Birine baktım, ondan ümidimi kestiğimi fark ettim. Hem de bunu o ümit verici bir cümle kurduğunda fark ettim. Çok canım yandı benim.


13 Ekim 2012 Cumartesi

emektar telefonun elimde can vermesi


ve yeni cepten post denemesi

Published with Blogger-droid v2.0.9

2 Ekim 2012 Salı

genç kızlığıma geri döndüm. neden? validem ben de... misafirliğe gidilince otuz üç yaşındaki kızına hala cimcik atıp kapıdaki terlikleri düzeltmesi için işaret veriyor. yatılı gelen akrablarımızın yanında "hadi kalk bir şeyler servis et" diye kaş göz ediyor ve bunu tüm akrabalar görüyor. yemek yerken birinin tabağı biter bitmez bacağıma tekme atıp haber veriyor. salata soğanını yemek soğanı gibi doğramıyorsun değil mi diye soruyor. dışarıya çıkarken giydiğim kıyafetleri beğenmiyor. çocuklara yalnış baktığımı ima ediyor.  anneme" aman anne yaa, karışma bir" dediğimde alınmıyor. hala ergenmişim gibi: "sana da bir şey söylenmiyor" diyor. ne de olsa karadenizli kadın. alınma duyguları yok, karışma duyguları çok.canım annem. seni çok seviyorum. bana hep gel. demir at.

28 Eylül 2012 Cuma

okul

çocuklarım bire gidiyorlar artık. hem de dünyalar iyisi, gökte ararken yerde bulunacak cinsten bir öğretmenleri var. o bir melek. çocuk işinde tam bir uzman, süper bir eğitimci. sadece öğrenciyi değil gerektiğinde çaktırmadan veliyi bile eğitebilen bir usta. esaslı bir tahsilin başı iyi bir hocadır ya onun için çok seviniyorum. her gördüğümde kadıncağızı kucaklayasım geliyor, gözlerim doluyor :)
ama ihsan yeni müfredatın ağır aksak usulünden pek muzdarip. çizgi çalışması yapmaktan bıktı. artık okuma yazma öğrenelim diyor. kitaplığındaki gözü gibi baktığı kitaplarını kendisi okumak istiyor. biran evvel bilimadamı olup evrenin sırlarını çözmesi lazımmış :P zehranın pek şikayeti yok. ödevlerinin kenarlarına çiçek resimleri yapıyor, süslüyor, eğleniyor.
tenefüste gidip seyrediyorum her gün öğlen. birinci sınıf çocukları o kadar komikler ki. şuursuzca koridorlarda koşturup birbirlerine saçma sapan şakalar yapıp kikir kikir gülüyorlar filan. vallahi ruha şifa, o kadar güzeller ki! elhamdülillah...

26 Eylül 2012 Çarşamba

sessizce söyle

"yaptığın fenalıkları unutma ve onların affı için rabbine yalvar, göz yaşı dök. kulları bu fenalıklardan haberdar etme. onları yaptıklarına şahit tutma. rabbine gönlünden sessizce söyle, sessizce yalvar. kelimat ile söyleme. bu alış verişinize yanında olan ve kiramen katibin denilen hayır ve şerden yaptığımızı yazan melekler dahi haberdar olmasın. böyle gecelerde ağla, o günah defterindeki yazıyı gözyaşınla yıka. suç ile kararan yüzünü gözyaşınla ağart.
neye ağladığını melekler dahi anlamasın."

irşad/ Muzaffer Özak (k.s.)

21 Eylül 2012 Cuma

12 Eylül 2012 Çarşamba

kötü sinyaller dönemi

1- herkesin kötü yanları göze batar en ön sırayı da eş çeker.
2- İlgi beklenir gelen ilgiyle baş edilemez
3- kendini küçük görme ve aşağılama başlar.

tüm bunlar bardağı taşıran son damlayla hayat bulur. o son damla genelde saçma sapan bir şeydir. mesela komşunuzdur. çalışan mesaili bir devlet memurudur. her vesiyleyle işi asabilen memurlardan biridir. Biz de zaten üç çocuklu şişman ev hanımıyızdır. "Ayşe Hanım müsaitmisiniz çalışııyorum malum çocuklar bugün birkaç saat sizde kalabilir mi?" "Tabii tabii", "Ayşe Hanım okul çıkışına yetişemiyeceğim çocuklar size gelebilir mi?" "Tabi Tabi", "Ayşe Hanım ben platese gidiyorum karşı komşumuzla -karşı komşunla mı? beni neden çağırmadınız ki?- Çocuklar sizde kalabilir mi? " Yutkun ayşe yutkun. "Şey benim şehir dışından misafir gelecek ama ben sizi on dakika sonra arayayım" Hakikaten gelecek. ama akşamın bir vakti. bir amca gelecek. eşimin bir arkadaşı. neyse neyse. alayım çocukları bari. ama başkasına devredilmişler. neden peki? ben bakacaktım onlara? bir de neden beni platese giderken, kuaföre giderken, çay içmelere giderken çağırmıyor ki bu kadın? (Birinci madde devreye girer) Zaten cadoloz bir menfaatçi. iyi ama menfaatçi. gerçi bir kere sütlaç getirmişti. olsun. rahat kadın bir de menfaatçi. eşim de hep geç gelsin eve dursun. dünyada mesaisi sekiz buçukta başladığı halde "bir sabah da sekiz de gidemedim şu işe, hep bir şeyler çıkarıyorsunuz sabah sabah" diye zılgıt atan kaç adam vardır. (ikinci madde devreye girer) gerçi keyfi için yapmıyor. haffta sonu da sırf ben istedim diye yorgun yorgun yürüyüşe çıktık ama. poh. çıkacaz tabii. sanki benim kolestrolüm tavan yaptı. benim için değil kendi için haftada bir yürüsün. (üçüncü madde devreye girer) işte sen hep böylesin kızım. ne kadar verilse sana daha fazlası gerekir hayatta. o kadar tatmin olmazsın. zaten bir halt becerdiğin yok. istanbuldan çıktın çıkalı adam gibi bir şey de yazamadın. zaten yazsan değeri mi var? ha bak üç aydır gönderiğin dosyaya yayınevi tenezzül edip cevap bile vermedi. keşke zamanında öğretmenliğe baş vursaydın. sınavı kazandığın halde gitmedin. neden? vıy vıy dır dır... havan batsın. bak burada kaç yere iş için müracaat ettin. yok işte. değil işin bir arkadaşın bile yok. dımdızlak yalnızsın. komşu edinmeye çalışıyorsun. millet de sana çocuklarını gönderiyor. bir iki cemiyete katıldın. her toplantıda önce nasıl diyet yapılır sohbetlerini dinleyip ardından gelen pasta böreği yiyip, ay gene yedik şunları, bari tariflerini alalım muhabbetinden sıtkın sıyrıldı. ucube. mümkün olsa da hep eşinin erkek arkadaşlarıyla takılsan. onların sohbeti daha iyi.  ya ben seneye gireyim şu sınava, öğretmen olayın be. neden bu sene olmadın? neden?  sonuç :kötü sinyaller dönemi. tedavi: dua,

10 Eylül 2012 Pazartesi

Nayır nolamaz

"HAYIR DE... neymiş hayır diyecekmişim. hayır. insanlara hayır de. peki"

evimizde bir yardımcımız var. dehşetli ev kadını. beş çocuk annesi. o evle ilgilenirken ben de kaçıp kaçıp yazılar yazacaktım. Fakat dehşet hakkaten. bir gün bana masumca şöyle dedi:" Ayşe hanım baklava yapalım mı, ev baklavasının yerini bir şeycikler tutmaz." cevizler alındı, kırıldı baklavalar yapıldı. tabi baklava kolay iş değil o gün ben de evde yardıma kaldım. tepsi tepsi baklava yaptık. bayramda annemlere çikolata yerine ev baklavası götürdüm sonra ne mi oldu: "Ayşe hanım turşu yapalım mı? bugün ev makarnası yapalım kışa giriyoruz değil mi? aa neden bugün mantı yapıp buzluğa atmıyoruz, hadi şimdi yufka yapalım kışlık, kırmızı biberler çıkmış çok güzeli közleyip hközleyip kavanozlara koyalım, reçel reçel yapalım çeşit çeşit..." daha neler neler... şimdi de tarhana yaptık. ev tarhanası, şişip şişip duruyor. iki saatte bir yumrukluyorum. ve evden çıkamıyorum bir türlü. yıllarca neden her şeyi hazır aldığımı da anlamış oldum böylelikle... bunları yapmak deli işi ya.. kimse evde bir şeycikler yapmasın. hazırını alın kızım hazırını... daha bu tarhananın bir sürü işi var hem.
"Ayşe hanım salçamızı da kendimiz yapalım mı? çok güzel olur yapalım yapalım"
iç sesini dinle kadın, ne diyecektin hayır de hayır de,
"Ha.. ha.. hayırlısı olsun"
"Hayırlısı da ne demek ayşe hanım ev salçasından hayırlısı mı var. diğerlerine ne katıyorlar belli değil. siz bibelerin bir yıkayın doğrayın ben de diğer işleri halledeyim. Ya ayşe hanım, sizin  gözünüz seyirip duruyor neden ya? hayırdır"
"Hayır ya hayırrr"

30 Ağustos 2012 Perşembe

hayde bre pehlivan!

buraya demin uzun upuzun bir yazı yazdım. sonra kontrol için baştan okumaya başlayınca sıkıldım, okumak istemedim. aynı anda düşündüm, ya bu yazının uzunluğuna bakmadan okursanız diye, içinden bir şey çıkar ümidiyle, tümünü seçip siliverdim. çok da iyi oldu.

vakit çok kıymetli bir şey. sürekli kaybediyorum, ordan biliyorum.

8 Ağustos 2012 Çarşamba

karadeniz

en güzel deniz henüz girilmemiş olan değildir. henüz girilmiş olandır. tuzu derinizde, kokusu genzinizde olandır, kıyısında yorgun yorgun oturup dalgalarını dinlediğinizdir, üzerine güneşi batırıp eve döndüğünüzdür. en güzel deniz karadenizdir. henüz girdim, oradan biliyorum.

6 Ağustos 2012 Pazartesi

rulo pasta

pandispanya: akları bir tutam tuz ile, sarıları 4 yemek kaşığı şekerle ayrı ayrı çırpılmış 4 yumurta. 3 yemek kaşığı un, 1 yemek kaşığı kakao. bir çorba kaşığı sıvı yağ. bir çimdik kabartma tozu (opsiyonel). hepsi karışıtırılıp dikdörtgen fırın tepsisine ince bir tabaka şeklinde yayılıyor. (yağlı kağıt üzerine) 10 dk piştikten sonra sıcakken nemli bezle kaplanıp rulo yapılıyor. soğuduktan sonra şekerli kakaolu ılık suyla ıslatılıyor.
krema: bir yumurta sarısı, yarım kupa mısır nişastası, yarım kupa un, bir kupa şeker, bir paket vanilya, bir litreden biraz az süt, piştikten sonra 1 çorba kaşığı margarin, bir çorba kaşığı labne.
sos: bir paket bitter çikolata benmari usulü eritildikten sonra içerisine yarım çay bardağı süt, bir dolu çorba kaşığı mısır nişastası bir tatlı kaşığı şeker konulup pişiriliyor.

pandispanyanın içine kremayı sürüp bir kenarına muz diziyoruz, katlıyoruz, üzerine de krema sürüyoruz rulonun. en son çikolata sosunu gezdiriyoruz. o kadar güzel oluyor ki, uydurduğumuz bu tarifi unutmayalım diye blogumuza girip yazıyoruz. afiyet oldu.

tavsiye üzerine

vedide hanım'ın tavsiyesi üzerine white collar'ı seyrettim. memnun kaldım. bir nevi zanax tesiri yaptı. bitince eskisinden daha büyük bir sıkıntı içinde buldum kendimi. olsun, iyiydi. yeni bölüm 10 ağustosta.

edit: bu yazının altındaki yorumlardan hiçbirisinin diziyle alakası yoktur!
Ayşe sattın bana, umarım satarken bölünüp bir kısmı sana yapışmamıştır. nefes alamıyorum. kanepede uyuyakalırsın, rüyanda hep bir şekilde yatak odasından battaniye aldığını görürsün. milyon kere. ama kalkıp almadığın için, alamadığın için, o gücü kendinde göremediğin için, ayılamadığın için üşür kalırsın, fakat battaniyeyi de alma fikrinden kurtulamazsın. çok olgun bir arkadaşımın mutsuzluk tarifiydi bu. bir kere daha bunun üzerine bir tarif duymadığımı belirrtirim. ayşe sattın bana.
uzun zaman önce yeni evlenmiştim. her yeni evli gibi, kafamı boynuma kadar çamura sokmuş hissettim uzun zaman. muhtemelen zevcim de öyle hissetti. şu an bir sürü boşanan arkadaşım var. boşanabilirler tabii. sorun o değil. bana bakıp, eşime bakıp, evime bakıp, çocuklarıma bakıp diyorlar ki:"Bak sen şanslısın, eşin şöyle iyi, hiç sana bunu dedi mi, böyle yaptı mı, eşinin annesi sana şunları yaptırmaya çalıştı mı, böyle maddi sıkıntılar çektin mi" ben de ebenin körü diyemiyorum onlara, üzüntülüler, çatacak biri lazım. yukarı tükürse sakal aşağısı bıyık. boşver bana tükürsün. halbuki her yeni evliye eşi o şeyleri demiş eş anneleri o gıcıklıkları yapmıştır. ve benle zevcim de bir hayli işsiz zaman geçirmişizdir. boşanma lafı bir zamanlar merhabadan çok söylenmiştir evde. kapılar sıkça çarpılmış, sinir krizleri yaşanmış,"ulan çekip gideceğim görecek"ler defaatle denmiş, neyseki hayata geçirilmemiştir. ilk yedi yılın ardından karşılıklı olarak birbirimizden beklentilerimiz, birbirimizi değiştirme çabalarımız azalmaya başlamıştır. elin adamı elin kadını olmaktan çıkmaya adım atmışızdır. halbuki yeni evlenenler, yeni boşananlar bunun ben de ve benim gibilerinde "hep var" olduklarını zannediyor.onlara birinin bunu söylemesi lazım. neden biliyo musunuz? çoğu boşanınca pişman oluyor.boşanırken "yeni bir hayat" diyor hepsi, ve o yeni hayat, yani boşanmanın ardından geçen ilk beş yıl, boşanmayı sorgulamakla geçiyor. kızlar sorgulayıp dursun, erkekler yeniden evlenebiliyorlar o arada.amma saçma yazım değil mi? her şey bir saçma oldu zaten. bimden aldığım yumurtalarda hiç sarı yok neredeyse. hepten beyaz çıkıyor.

31 Temmuz 2012 Salı

varlık iddia edilmezken varlıklılık nasıl olsun? varlığım varlığına armağan olsun!

derdim Ayşe. eskiden de derdim, yine derim, Ayşe.

sözlerim bitecek, konuşmayı unutuvericem birden korkularıyla doluyorum. bir telefon kadar uzak değilim ben ona. çok yakınım. kuzum bana ne oluyor ki, konuşamayacağımdan korkarken sonra bir anda, mermer dar bir koridorda, yeşil parmaklıklı bir camda buluyorum kendimi, hem de ne geveze. başımdan atıveriyorum Ayşe'yi, senin Ayşe'n o diyorum, bırakma elini.

bunun üzerinden kırk saat geçmedi. belki dört saat geçti.

27 Temmuz 2012 Cuma

bugün rahat bi 40 derece vardı. ayrıca hala çok mutusuzum. kimse de beni sevmiyor. ergenim yani. gidiyim balkona bi sigara daha içeyim. belki geçer. sıcak başıma. vay başıma. insan kendisini tümünü seç, sil yapabilse negzel olurdu a dostlar? intihar nasıl ediyorlar ya? onu hiç anlamıyorum. bende böyle bi çantamı alıp çekip gitmek isteği uyanıyor genelde. bi de saçlarımı kesmek. önce saçlarımı kesmek sonra çantamı alıp gitmek. ama bunları yapamıyorum. çocuklarım var. saçımı bile kesmemden hoşlanmıyorlar, nasıl gidyim çantamı alıp. çantayı almak çok önemli.

25 Temmuz 2012 Çarşamba

mutsuzlaştıkça çirkinleşiyorum.

kim bilir?

iyilik yapıyoruz, denize atıyoruz. balık için mi? Hâlık için mi? bir ihtimal daha var. o çok fena.

22 Temmuz 2012 Pazar

20 Temmuz 2012 Cuma

kekremsi bir tat tabiri kadar rezil

bazen öyle anlar geliyor ki, hayata küsmesek icin kendimi zor tutuyorum. hayata küssem hayata bisey mi olur. tavşan olurum ben. dağa küseninden. Allah bilmiş de saklamış beni. insanlardan. İnsanları da benden.

16 Temmuz 2012 Pazartesi

çok özledim sizi. ıkınızı. bi arada.

5 Temmuz 2012 Perşembe

gülü seven dikenine katlanır ne ya? gülü seven dikenini de sever. o kadar.

26 Haziran 2012 Salı

kaymakam nedir?

sinopta yaşamanın kendine göre güzellikleri oluyor tabii. mesela pazara çıktıktan sonra eve gitmeden "azıcık denize gireyim" diyebiliyorsunuz. işte o azıcık günlerden birinde denizde bir delikanlı gördüm. mübarek evlat şekerden yaratılmış gibiydi. validesine denizde kimi hareketler yaptırmaya çalışıyor: "Kaçma kız daha çok işimiz var seninle hadi gayret hadi bakalım..." nevinden cümleler kuruyordu. yanında duran ablası ise bu fotoğrafa bir giriyor bir çıkıyordu. zira yüzmeyi bilmediğinden annesiyle o bu kadar yoğun uğraşamıyordu. valla ben böyle manzaraları hiç kaçırmam. hemen kontak atarım. gittim bu iki kardeşten hemcinsim olanın yanına, vıdı vıdıya başladım. meğer valide felç geçirmiş. suda hareket yapması gerekiyormuş. o sebeple uğraşıyorlarmış. laf lafı açtı. ankaradan ortak tanıdıklara yasladık. hatta o ortak tanıdıklar bizi zamanında: "sinopa gidince muhakkak tanışın" diye gazlamışlardı. ya geldi nasibimiz bizi denizde buldu. boşuna demiyorlar denizden babam çıksa yerim diye... böylece akşam çayına denizden misafir yakalamış olduk. akşam bu iki kardeş ellerinde çikolatalarıyla geldiler. denizdeki gibi sürekli gülümsüyorlardı. delikanlı namaz kılmadığını söyledi isterseniz cemaat yapalım diyerek eşimi ve veletlerimi peşine taktı. dedim ya bu çocukların malzemesi halis şekerden diye... sonra biz bu güleç gencecik delikanlının kaymakam olduğunu öğrendik. üç dört günlüğüne annesini özlediği için gelmiş memleketine. tabii burada nerenin kaymakamı olduğunu yazmayacağım. hiç yazar mıyım? o kadar da eşek değiliz herhalde... abla da canla başla calışan bir köy öğretmeni... bu durumda şu soruyu kendime yeniden sordum. kaymakam ne demek?

19 Haziran 2012 Salı

illa Hû

insanların çoğunluğu olarak bizim büyük bir sorunumuz var. içimize ben batıyor. ben derdinden başka pek bi derdimiz yok. benim öyle mesela. ne zaman üzülsem bakıyorum ben batmış içime gene iç organlarımı tırmalamış, bir tümör gibi hissediyorum onu içimde. kimse beni anlamamış, takdir edilmemişim, unutulmuşum ben, sevilmemişim, bir işi becerememişim ben, vefazsızmışım, hayırsızmışım suçluymuşum ben, falan da filan... ama iyi olan şu ki, şu anda beni üzen, ağlatan şey içinde bulunduğum ahval ve şerait değil de bu ben derdidir diye hatırlatıldığı vakit o üzüntü puf diye sönüveriyor. bayağı kıyak bir durum yani :) ey kuluna bol kıyak çeken Allahım, o beni al da seni koy yerine. amin.

9 Haziran 2012 Cumartesi

bir de şöyle bir şey var. mesela ben oğlumu bekliyorum. bir spor kursundan çıkacak da eve gideceğiz. çoluk çocuk parklara döküleceğiz ardından. zevcimle "sen uğraş" ben " azıcık da sen uğraş şu veledlerle" diye gergin gergin bakışacağız. ama eve gitmedim daha, oğlumu çay bahçesinde oturmuş bekliyorum. iki büyük çay içtim. yan taraftaki çay bahçesinde bir ingilizce kursunun ilkokullar düzeyindeki sertifika töreni var. izleyelim bakalım. izlemeyeceğiz de ne yapğacağız. kitap almamışım yanıma... Önce dans ettiler. sonra Kareoke... ardından salsa gösterisi ve ney dinletisi... Şol cennetin ırmakları... ey gidi kapitalist dünya... Neyse çocukları da yıkamak lazım. hafta sonu... aman ya...

3 Haziran 2012 Pazar

sayıklama

bir şey yapıyor ve o yaptığı şeyin iyi bir şey olduğunu anlayabilecek kadar yağmur yağıyor üstüne. böyle insanlar da var.

zaman zaman çöpten kağıt toplayan bir kadın olduğumu hayal ediyorum. geri dönüp bu kişi olduğumda çöpleri geri dönüştürülür ve dönüştürülemez diye ayıran bir kişi olmama yarıyor bu. çöpten kağıt toplayan bir ekolojist olduğumda, ekolojist ne demek bilmiyor oluyorum. ayrı poşetlenmiş kağıtlar ve pet şişeler için müteşekkir olmamı engellemiyor bu. bakıyorum, çöpleri ayrı paketleyen insanlar görüyorum ve diyorum ki "böyle insanlar da var."

yaptığı şeyin iyi bir şey olduğunu anlaması için üzerinden çok zaman geçmiş olması gerekebilir. h2O olmayan rahmetlerden bazılarına gark olmuş da. bir nefes duymuş, bir söz anlamıştır belki. belki her an yanında olan bir ağız sevmiş ve onunla konuşmuştur ona. bir rüya görmüş, bir çiçek koklamıştır.. bilemem. böyle insanların da olduğunu bilirim.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

eyfel var dediler geldik

eyfel kulesi bişeye benzemiyor. ama biz turistler oraya gidip fotoğraf çekinmek zorundayız. o fotoğraflarımızı da internet alemlerinde paylaşmamız gerekiyor. 

asansörle tepesine çıkmak için yüzbin kişilik kuyruğa girip ömrümüzün 5 saatini burada harcamamıza ise hiç  lüzum yok. üstüne bi de para vermek mi yoo yo dostum bunu bana yaptıramazsınız! üstünün altından daha çirkin olmadığını nereden bileyim hem? burun deliklerim nasıl çıkmış ama

7 Mayıs 2012 Pazartesi

paris'ten bildiriyorum

güzelmiş paris. gitmeyi istediğim yerler listesinde amerika'dan sonra sondan ikinci sıradaydı. her şeyimde olduğu gibi listelerimde de bir terslik var galiba.
ilk bir kaç gün, uçaktan iner inmez başlayan gribin de keyfimi kaçırmasının tesiriyle beğenmemeye çalıştım ama dantel gibi evlerle kaplı sokaklarında fink attıkça, sıcak sıcak bagetleri miğdeye indirdikçe paris'in hiç de fena bir şehir olmadığı kanaati ağır basmaya başladı bende. günler çok uzun burada. yatsı vakti girdiğinde bile hava tam kararmıyor. daha tam ısınmamış. insanlar mantolarıyla, çizmeleriyle gezmeye devam ediyorlar. baharlık incecik ceketimin içine bavulumda ne varsa üstüste giymek suretiyle ısınmaya çalışırken bir taraftan da keşke şu ayakkabımı getirseydim şu montumu alsaydım diye hayıflanıyorum.
parisliler son derece şık giyiniyorlar. öyle böyle değil, sokaktaki herkes şık. kadınlar gene neyse de erkekler sahiden hayretimi celbetti. üç yaşındaki oğlanlar bile fularla geziyor. büyüyünce nasıl giyineceğini var sen düşün. dün metroda 20 yaşlarında (elbette ki fularlı) bi paris delikanlısının eğilip ayakkabısının bağcıklarını ve pantolonunun paçasını düzelttiğine şahit oldum. hayır bağcığın gevşer, ozaman anlarım ama düzgün dursun diye uğraşanına ilk defa rastlıyorum. pes.  
dikkatimi çeken bir başka şey de paris'te zencilerin amerika'dakilere nispetle beyazlarla daha bir kaynaşmış olması. zengin, takım elbiseli zenciler var, zenci-beyaz çiftler var. takdir ettim. her yer böyle olsun.
çift demişken, gay oranının da gayet düşük olduğunu ifade etmeden geçmeyeyim. hatta hiç gay görmedim desem yalan olmaz. ona da bir aferin.
şanzelize dedikleri caddede bi numara yok. louvre müzesinde mona lisa'yı gördüm, o da pek etkilemedi beni. ama orsay müzesinde van gogh'un tablolarını görünce yemin ediyorum bir an gözlerim doldu güzellikten. 
şimdilik notlarım bunlar. 

13 Nisan 2012 Cuma

topal

bu sabah olmak istediğim kadın uyandırdı beni
sesi cetvelle çizilmiş
... "neden gelmedin" dedi bana
"hala geliyorum topallar geçikir" dedim

bu sabah olmak istediğim kadın
gökyüzünü yere indirip boğazıma doladı
yıldızlar şah damarımı kesti
"Allah kimseye böyle ölğm nasip etmesin"
olmak istediğim kadın mıhladı beni
ambulansa bindiğimde bir fatiha ile yüzümü gözümü ovuşturdu hemşire
doktor röntgeni kaldırıp bakınca
kayan yıldızlar gördü

bu sabah olmak istediği kadın
cenazemde ne çok ağladı bilsen
direksiyonsuz arabayla takip ediyordum onu kaç yıldır
kendimle olmak istediğim kadın arasında
milyonlarca kaza vardı
milyonlarca kere
cepleri sargı bezleriyle dolu tuzaklara çarptım

ölünce
not defterimin içinde kıvrılıp uyuya kadı yapacaklarım
ölünce
şiir için topladığım malzemeler kıldı namazımı
hoca onlara:
"nasıl bilirdiniz bu hatunu" dedi bir ara
"topaldı" dediler

7 Nisan 2012 Cumartesi

hayat bazen bu kadar neşeli olmasa neşesiz olduğu zamanları anlayabilme kabiliyetine sahip değilim sanki ve gibi.

ayylardan beridir en neşeli anımı bugün yaşadım. 20 saatlik bir uçuştun söz ediyorduk hani ayşe. ayşe, 20 saatlik uçuştun söz ediyorduk ayşeyle. sonra birden geliverdi neşe. körük yoktu bu sefer elinde ve şarkı gibi bişey söylüyordu. bi an evimin en dağınık halinde. ismimin ayşe halinde. sen de gel. ya da buluşalım artık bi yerde. di mi ayşe?

15 Mart 2012 Perşembe

fil. filip. filipin. filipinler. onlar kim ya?

bu günlerde dünya bir hayli kepaze. bayağı da canavar. epeyce düzenbaz. o böyle bi süslenmekler bi cazibe triplerine girmekler filan.. yerler mi, yiyebilirler. ama sahipsizler mi, hayır efendim hiç de değiller.

kafamda güzellik tümorü çıktı demiştim. yüzüme bakıp gülümsedi. istanbula bahar her seneki gibi nasıl da yakışmıştı. motordaydık. neden bahsettiğini çok iyi biliyorum dedi. eh sen bilmeyeceksin de kim bilecek zaten.

14 Mart 2012 Çarşamba

"Allah'la kul arasına girilmez. Çünkü kul Hz. Muhammed'dir. Allah, bir kul yaratmıştır. Abdühû Mustafa'dır (s.a.v.) O. Hz. Muhammed'le Allah arasına giremezsiniz siz."

bâde-i zehr-i gam-ı firkate yandım bu gece

sızlayan kalbime, hüsrânıma yandım bu gece

deniz-i giryemi mehtabı dahî şâd ederek

öperek pâyini mest olduğum andım bu gece

bastığın yerlere hasretle kapandım bu gece



9 Mart 2012 Cuma

akşam müthiş mantıdan komşularıma ikram etmek istedim. kimin kapısını çalsam kucağında çocuğuyla evin beyi çıktı. hanımlar 8 mart dünya kadınlar gününü kadın kadına kutlamaya gitmiş. ya bu günü gerçekten kutlayan var mıymış? sinopta tüm eğlence merkezlerinin, türkü kafelerin dolu olduğunu rezarvasyonsuz girilemediğini de ertesi gün öğrendim. bunu zevceme şaşkınlıkla söyleyince o da dedi ki: bizim iş yerindeki kadınlar da kutladı, pasta kestiler, eğlence devam ediyor ama sana da pastadan gönderdiler...çilekli çıtkırıldım bir pasta.. çok da lezzetli

22 Şubat 2012 Çarşamba

aşk ve ceza

bir şey var, sen unuttun. biliyorsun unuttun. hatırlamıyorsun ama unuttuğun hep içinde. onunla yeniden kaşılaşacaksın. o gözlerle sen başkasına mı baktın? dediğinde kör olsaydım da bakmasaydım demeyecek misin?

başkasına baktın.

kör ol sen.

20 Şubat 2012 Pazartesi


Bir Zamanlar Anadolu'da filmini de geçenlerde izledim. Nasıldı? abi o neydi ya... vır vır vır... erkekler o kadar dedikodu yapar mı?

Sahtekar



İnternetten seçtiğiniz kimi filmler on ikiden olunca ne de iyi oluyor. tavsiye ederim. tavsiyemi tutmanızı da tavsiye ederim.

ömür

çok vakitte az işler. o da yarım yamalak.

17 Şubat 2012 Cuma

yıldız

bazı insanlarla yıldızım barışmıyor, bazılarıyla yıldızım barışık. bir tanesiyle ise yıldızlarımız fena halde yapışık.
şu anda vedide buralarda bi yerde, biliyorum :)

16 Şubat 2012 Perşembe

şunu yazmak için dayanılmaz bir istek:

gulyabani diye bir şey yoktur. ama olabilir de.
dün bacağımdan vurdum kendimi
“raf ömrünüz zaten bitmişti” dedi markette çalışan oğlan
ikimizin fotoğraflarını verdiler serumla bana
kanımda yüksek dozda “göğe bakmak istiyorum” buldular

annem küveti ay ışığıyla doldurup yıkamıştı beni
babam ölüydü dört yıldır
hasta ziyaretine bir Fatiha’nın içine saklanıp geldi
doktorlar ise her sabah akbabaları camdan dışarı attılar

dilenciyle dua eden aynı şekilde açıyor ellerini sevgilim
“dümdüz olmayı dileyen bir dağ” hastalığı varmış bende meğer

14 Şubat 2012 Salı

kaydı yayınla

bazen şehir sessizleşiyor, bazen bütün tanıdıklarım televizyonlarda, bazen uyanıkken görüyorum rüyalarımı, bir bardak ıhlamur beni iciyor sonra.

zaif ü nizar

kontrolsüz bir şekilde hızla kilo kaybediyorum. iştahımı kaybettim, bulan getirsin. geceleri yatmadan önce yediğim beyaz peynirli sandviçin ve leyla ile mecnun seyrederken götürdüğüm bir tencere patlamış mısırın ise miğdemi altüst etmekten başka bir faydası olmuyor.
zaten boyum kısa, çocuk gibi bişey oldum :(

10 Şubat 2012 Cuma

kız isimleri...

kızıma hamileyken evin beyi ne isim düşündüğümü sordu ( niyeyse tüm isimleri eninde sonunda o veriyor)Ihlamur demiştim. Adı ıhlamur olan bir kızın saadeti hiç bitmezmiş gibi geldi. sadece kendi saadeti mi, eşinin çocuklarının selam verdiklerinin... Ankarada katıldığım bir konferansta da Berrak isminde bir kızla tanışmıştım. Adının yüzünden peşine düştüm. insanı on ikiden vuran bir kız çıktı. tam isabet. Bana Berrak isminin kendisine, dinen güvendikleri bir büyüğün koyduğunu söylemişti. Rabbimin gizli esmalarından biriymiş. Adımın Berrak olmasını çok istemiştim o an. Aslında Ayşe ismine fena yanığımdır. Lakin Berrak'ın hayalime çizdiği "hal"i görseniz siz de Berrak olmak isterdiniz. Kamuran ismini de severim. abim evleneceği kızı bizimle tanıştırdığında yengeciğim bu isimle benden tam puan almıştı. Kamuran Zeynep'tir adı. Romanın içinden düşmüş gibi. çocuk hikayeleri yazıyorum bu aralar. bu nedenle bol bol isim kullanıyorum. sevdiğim isimleri, sesleri dolduruyorum sayfalara... Kısacık derinliği olmayan karton hikayeler çoğu. dört yedi yaş arası çocuklara iç konuşmalar, gel gitler yazılamayacağından hepsi sığ. fakat isimler renkli. Erkek isimlerinde çok güzel Mustafa, İsmail, İhsan, Ahmet, Latif, yusuf... o

9 Şubat 2012 Perşembe

doktor civanım

bu beşinci doktor tom baker. acizane fikrimce doktor who'ya tadını tuzunu, balını katan adamdır. (bkz: the pirate planet -douglas adams). atkısına hasta olduğumdur. ve de örerim ki ben bunu.
iticiler iticisi 11. doktorun tez zamanda rejenere olması temennilerimle yazımı noktalarken, gelenlerin gidenleri aratmayacağı bir dünya diliyorum.

the story of how i enjoyed the silence ones

bi keresinde dağda yürüyordum. nereden baksan en az üç diz boyu kar vardı. epeyce yürüdükten sonra yorgun düşüp durdum. işte hayatımın o anında, daha önce hayatımın hiç bir anında sessizliği duymamış olduğumu farkedip hayrete düştüm. meğer sessizlik duyulan bir şeymiş. inanmazsan bu günlerde o dağa çık, dinle. sonra uzaktan bir karga sesi geldi. ben de yoluma devam ettim.

8 Şubat 2012 Çarşamba

bir star wars severin itirafları-1

siyah, uzun montumun kapüşonunu ne zaman başıma geçirsem "come to the dark side" diyesim geliyor.

7 Şubat 2012 Salı

charles dickens ne ara iki yüz yıl oldu be...sanki dün doğmuş gibisin. ben de iki şehrin hikayesini altını çize çize bu öğleden sonra okumuş gibiyim. ey gidi yalan dünya

29 Ocak 2012 Pazar

atasözü

sevdiğuni alamaysan
alduğuni seveceysun

26 Ocak 2012 Perşembe

şiar

'o ayakkabılarla çantalarla kandırılamayacak bir hanımım, koşma peşimden dünya senin olamam, başkasınınım' de ayşe. böyle olması lazım. akıllı ol.

23 Ocak 2012 Pazartesi

bilir

hakîkat çıkmazı şu kahpe dünya,
bu çok kısa yoldan dönenler bilir,
bu yolun sırrıdır fırsatlar, sevda,
tutuşup parlayıp sönenler bilir.

aldana aldana gevredi dinim;
kalmadı düşmana, feleğe kinim;
doğruyu söylersem çarpar yeminim;
bu cengi, pusuya sinenler bilir.

durma sor halini, hastanın, sağın;
tabii solacak gülleri bağın;
hayatın içini, kara toprağın
üstünden altına inenler bilir.

geniştir, ölçülemez hayalin çölü;
karşımda her diri söylenen ölü;
çok güçtür geçmesi bu sakar gölü;
dümensiz gemiye binenler bilir.

Neyzen Tevfîk

22 Ocak 2012 Pazar

bir gün, bir gün, bir kadın.

mustafa gitti. hicaz illerinde kendisi. ama öyle bi his, sanki o gitmedi ya da ben de gittim de farkında değilim yahut bedenim burda kaldı. garip.

bugün çok sevdiğim biri bana baktı, baktı. "sana kung fu panda gerek," dedi. "senin ilacın kung fu panda!"

koltukta oturmakla yatmak arası bir duruş sergiliyordum ve gözlerim de eminim ölü bir balıktan daha cansız bakıyordu. konuşmaya çalıştım, "bu benim iyi halim" dedim, "üzülme sen bana" dedim, "sarhoş gibiyim ben" dedim, "bi uyuşturucu almışım gibi ama olan biteni takip edebiliyorum." dedim. "kung fu panda'yı seyret bugün." dedi. "bir mi dedim?" çok sert bi ifadeyle baktı bana. ama kızmadı konuşurken. "evet bir." dedi. çok kibar biri.

eve yaklaşınca annemi aradım," yorgunum ben evde de çok işim var" dedim. "ahmet aşağı insin, evde senin için yapabileceğim bişey yoksa?" dedim. annem "tamam" dedi. ahmet aşağı indi. 100 adım kadar yürüyüp evimizin olduğu apartmanın kapısına vardık, ben anahtarı çıkartmaya çalıştım çantamdan. yapamadım, çıkaramadım anahtarı. anahtarla ilgili hatırladığım son şey, evden çıktıktan sonra dışarıdan kapıyı onunla kilitlediğimdi. ben yine annemi aradım sonra, telefonda annemlerin kapı zili çaldı, az önce de apartmana sucunun girdiğini görmüştüm. "sucu geldi anne size" dedim. annem, "efendim?" dedi. "sucu geldi size, kapıyı aç. ahmet'i de yukarı yolluyorum, bizim yedek anahtarı ver, olur mu?" dedim. "ben anahtarımı bulamıyorum." dedim. annem "tamam" dedi.

ahmet'in getirdiği anahtarla apartmanın kapısını açtık, merdivenleri çıktık. bizim merdivenlerde sensörlü lambalar var. ama lambanın sensörünün bizi görmesi o kata adım attığımızda gerçekleşiyor. bu yüzden merdivenlerin yarısını hep karanlıkta çıkıyoruz.

bizim kata geldiğimizde elimde annemlerde duran yedek anahtarımız vardı. kapının üstünde de kocamın hediyesi kırmızı kalpten elektronik fotoğraf gösterici ve oğlumun hediyesi bileğime dar gelen boncuklu bileklikle beraber anahtarlarım. bu akşam eve girmek için anahtarı anahtar deliğine sokmak zorunda olmayışım mutlu olunacak bir şey olabilir belki de.

evde ahmet'le ikimiz değişik şeyler yaptık. saatler geçti. ahmet, "bana horoz masalını anlatacak mısın bu gece?" dedi. ben de "hayır, üç gündür sürekli aynı masalı anlatıyorum, uyuyakalıp dinlemiyosan bu benimle ilgili bi problem değil, hele dün sonuna kadar anlattım." dedim. o, "uyuduğumu nasıl fark etmedin ki?" dedi. "anlatmıycam." dedim. sonra odasına çıktık. ona üç tane masal uydurdum. üçü de üç cümleyi geçmeyen masallardı. sonra o da bana bir masal anlattı. şöyleydi, "bi adamla bi kadın varmış, sonra evlenmişler. masal bitmiş."

ahaha

ben aşağı indim gene. internetten indirmeden seyredebileceğim bir kung fu panda aramaya koyuldum. bu arada nasıl olduysa james joyse hakkında ufak bir de araştırma yaptım. mustafa burada olsaydı katiyen öyle kalitesiz görüntülerle bir şey izlememe izin vermezdi. bana seyrettirdiği şeyler full hd olmayınca özür dileyen biri o. evet, görüntü kalitesi gerçekten berbattı. üstelik bu aksiyonlu bir çizgi film olunca, galiba filmin yarısını görememiş olabilirim.

ama duyabildim. bir yerlerinde şöyle bir cümle: "ustana güven. tıpkı onun da ustasına güvendiği gibi."

şimdi sigara içiyorum. ve size anlatmadığım, arkadaşımın evinden beraber çıktığım arkadaşımla yolda ve bir çay iki sigara eşliğinde çınaraltı'nda konuştuklarımızı düşünüyorum. bir de, ustama güveniyorum.

bitti, bu kadar.


not: gönderimi etiketlemek istediğimde 200 karakter gibi bir kısıtlamayla karşılaştım. şunlar etiketlerim: 


ben mi dedim? kim dedi?, beyaz bisiklet, bi dakka bişey diycem, biz salağa salak deriz, bunu ben, böyledir, fevkaladenin fevki, her şeyin bişeyi var, işte öyle, kerat cetveli, kendi çapım, nerede o eski mandallar, peynirle yürüyen laf gemisi, rapor, sevgilim ben şimdi, tümümü gizle, yamuğun iç açıları, yangın olur biz yangına gideriz, yapılmışı var, çocuk şarkıları, şöyledir

19 Ocak 2012 Perşembe


Kar ve kaplan filminden "aşık adam" görüntüsü. düzeltiyorum "aşık şair". biraz daha az konuşsa tutup alnından öpecektim. iyi bir filmdi. hem aşk hem şiir filmi

14 Ocak 2012 Cumartesi


sevgili Yann, isminiz Fransızca da ne manaya gelir bilemiyorum ama türkçede yaptığınız müzikle uyum sağladığını söylemeliyim.pianonuzdan çıkan notalar "yannn yannn" diye bağırıyor. size sağlık mutluluk ve bol bol yanma diliyorum.

8 Ocak 2012 Pazar



filmde kopyalanan bir yetimhane dolusu çocuk var. hepsi otuz yaşına gelmeden ölecekler. çünkü organlarını bağışlamaları için büyütülüyorlar. dört bağışa kadar yaşayabilenleri oluyor aralarında. neredeyse filmin ilk yarısında kadar hep "niçin kaçmadıklarını, saklanmadıklarını" düşündüm. böyle bir konuda çekilebilecek bir filmde yapılması gereken yegane davranış buymuş gibi. neyseki kaçma kovalama girişimleri olmadı. olayı başka açıdan görmüş flim. - tabii roman uyarlması ne de olsa- herkes programlandığı kadarını hayal edebiliyor işte... Biz de bir sabah uyanıp pencereye çıkıp uçmaya kalkmıyoruz.

6 Ocak 2012 Cuma

bir buçuk iskender

elif şafak'ın siyah süt ve aşktan sonra kalemine pireler üşüştüğüne inanıyordum. metinlerin kanını emen bu pireler kurguyu aynı şekilde bırakıp edebi güzelliği canına okuyordu. Aşkı yavanlığından ötürü biteremedim hatta. iskenderi de okumadan fazla cakalı bulmuştum zaten. yok kapakta resim vermeler yok kendiyle röp yapanlara ipod hediye etmeler, şak şak şuk şuk... geçen gün evdeki fazla kitapları ikinci el kitapçıya verince karşılığında bir kitap almam gerekti. iskenderin rezil halledeki korsan bir baskısıyla yüz yüze geldim. aldım ama hemen de okumadım. bir gün iki gün üç gün... dün gece bitirdim kitabı, hatta bir yerinde mutfak masasında ağlıyordum. dili eskisinden de güzel olmuş. metine çok çalışıldığı, aklın fazlasıyla kullanıldığı, eşek gibi araştırma yapıldığı belli. beni en fazla şaşırtan çocuk karakterler oldu. hatunun çocuk karekterleri genelde korku filminden fırlamış tipler olurdu. şimdiklerse gerçekten çocuk, karton falan değil. Anne olmak kadın yazarları cıvıklaştırıyor diyenlere bayrak olsun. Kadın tüm tiplemelerde başarılı olup çocukta bodosluyordu. Analık nelere kadir. düzeltmiş dümeni. her şey bir yana iskender bana "roman yazmak için bilsen ne kadar çalışmalın" atasözünü hatırlattı. sağol atam. sağol söz.

5 Ocak 2012 Perşembe

kızımın doğum günü için patetesleri soyarken aynı soru karşıma çıktı: başka bir hayatım olabilir miydi acaba? bundan daha iyi daha kötü değil daha başka. içine daha çok insanın şehrin girdiği, ya da girmediği bir yaşam. ellen show'da konuşan bir erkek müzisyene çok benzettim kendimi sonra. acayip benziyorduk. o uzun boylu yakışıklıydı gerçi. ama konuşurken ellerini kullanması, bataklıktan çıkması, çıktığı için mutlu olması, gözlerinde "geldiği yere dönmesi an meselesi" ışığının dolaşması aynı bendi sanki. halbuki ben hiç böyle şeyler yaşamadım. evlenip çoluk çocuğa karıştım. yaşıtlarımdan çok önce bir gecede dört yemek pişirmeyi, pantolonda ütü izi belli etmeyi öğrendim. yaşıtlarımdan çok önce diyetlere başladım ve yarıda terk ettim. sonra taşraya bile taşındım. geçen gün bir altın gününe bile dahil oldum. ama patateslerdeki siyah noktaları bıçakla çıkarırken hala neden bu soruyu soruyorum kendime. yüzyıllardır soruyorum aslında. şikayet ettiğim için değil. keyfim tıkır. fakat bir yalnışlık hissi bazen eline silahı alıp kafama dayıyor. Neyseki Allah var.bu gibi afakan hallerinde, çok pis bir müzik dinlediğinde, yağmura yakalandığında, bir şiir gözüne sağ yumruğu indirdiğinde Allah'ın olması çok güzel.