30 Kasım 2009 Pazartesi

burada söylenmişi var:

"Desem ki ben seni pek... ya kızar konuşmazsa
Derim bu çektiğim insaf edin eğer azsa
Desem ki ben seni pek çok... hayır kızar bilirim
Tereddütüm acaba hiddetinden az mı elim"

26 Kasım 2009 Perşembe

dibi

bir süredir düşüyordum. artık durdu.

bari harry potter seyredeyim dedim. bir tane kesmedi, bir tane daha seyrettim. saat 2:30 oldu. uykum iyice kaçınca ataraxı diktim kafaya. sabah bir kalktım öğlen olmuş. kurbağa gözlerimin arasından açlıktan ağlayan çocuklarımı seçtim. ne verdiysem doymak bilmediler. hiçbirisi.

kızgın mıyım üzgün müyüm mutsuz muyum mutsuzluktan geberiyor muyum mübarek günde. ne?

20 Kasım 2009 Cuma

Öldürmek istediğim ev sahibi

onun boğazına beş altı küçük meyve bıçağı saplamak istiyorum. böylece bizimle konuşurken tıslayan sesi inlemeye dönüşür: " evimin ısınma tesisatına bir şey yok. ille bir şey olduğunu düşünüyorsanız tüm petekleri değiştirebilirsiniz, kombiyi de,ben masrafa karışmam ama. bu muhitte eski kiracılar 400 yeni ev tutanlar 500 veriyormuş beni ilgilendirmiyor, ben 750 istiyorum. size ev bana da kiracı çok. öyle dediğime bakmayın eğer evden ayrılmaya kalkarsanız bir buçuk milyarlık depozitonuzu vermem ve sene ortasında evden çıktığınız için sizden bir senelik kirayı da hukuk yoluyla alırım. vıdı vıdı vıdı.." parmaklarımı gözüne sokup çevirmek istiyorum. zaten kapğitalizmin ne olduğunu eski solculardan öğreneceksin.

13 Kasım 2009 Cuma

twitter

bir twitter hesabım, 3 de takipçim var. bu üç kişiden biri murat bardakçı : )

bu dünya nereye dönüyor?

11 Kasım 2009 Çarşamba

bir kitap/bir yazar

survivor'dan önce hiç palahniuk okumamıştım. okuduğuma memnun oldum. invisible monsters'ı da aldım. onu da okuyacam. fight club'ı beğenmeyen herhalde yoktur aramızda. fight club'ı beğenmeyeni döverler. fotoğraflarından birisinde önündeki masada bildiğimiz türk usulü çaydanlık gördüm. chucky boy oy oy oy. insan, böyle sıska bezgin kısık gözlü içli bir tip bekliyor. bir bakıyorsun atletik (!) sırıtkan bir herifmiş. doğrusu biraz şaşırdım. ama çaydanlık iyi geldi, ortamdaki gerginliği aldı biraz.
kitabın başlarında bir yerde "any dead girl, i'm not what you call choosy" diyor. nedense o çakıldı kaldı kafama. insanın kafasına çivi çakılır gibi çakılıyor palahniuk'un bazı lafları. bazıları ise fena halde sıradan. lise seviyesinde sembolik anarşizm kokusu saçan cümleler de var aralarda. modernizmin çok klişe eleştirileri. eh batılı derinliğinin sınırları var tabi. gene de chuck palahniuk o sınırların zaman zaman üzerinde gezinebiliyor arada bir de olsa ötesinde bir yerlere dart okları atabiliyor. o oklardan bizim de onikimize, hadi hiç değilse dokuzumuza yahut yedimize isabet eden olmuşsa ne mutlu. bir ciddiyet yahu!
kitabının sonunda ne olduğunu yazmayışıyla da beni hayranlıklara boğdu kendileri. zaten (?) sayfalar ve bölüm numaraları sondan başa doğru gidiyor. kaçıncı sayfadasın değil de kaç sayfan kalmış. o çok iyi. dil çok sade, konu dahice, kurgu gayet sağlam. filmini çekmek üzere oldukları sırada 11 eylül patlamaları vuku bulduğu için askıya almışlar projeyi. uçak kazası filan var da kitapta, o açıdan.
web sitesindeki sıksorulansorular listesinin başında "palahniuk" nasıl okunur? sorusu var.
survivor "hayatta kalan" demektir ama "gösteri peygamberi" diye isim koymuşlar türkçe tercümesine. baktım tercümesi de fena sayılmaz.
bu kitap bize ne anlatıyor onu anlatacak değilim. o zaten anlatılmış.
elime başka ulaşan bilgi olursa paylaşmaktan çekinmem.

9 Kasım 2009 Pazartesi

kamyon gibi laf



kamyoncular araçlarının arkasına çok alangirli cümleler yazıyorlar. bir ara kamyon arkası yazıları biriktiriyordum bu yüzden. geçen gün baki yolda bu kamyonu görünce benim için çekmiş. hediye olarak verdi. sünnettir diye ben de size göndereyim dedim.

3 Kasım 2009 Salı

marsta hayat


şef dedektif sam tyler, 2006'da geçirdiği bir trafik kazasının ardından gene bir detektif olarak 1973 yılında uyanır. polisiye bir dizi "life on mars". beni cezbeden tarafı adamın aslında gerçek bir alemde olmadığını bildiği halde yaşamaya devam edebilmeye çalışması, çabalamak zorunda oluşu. sam tyler gerçek kendisinin bir hastane odasında yaşam destek cihazlarına bağlı olarak komada yattığının bilincindedir. her ne vakit "bu ne biçim iş zaten hiçbişey gerçek değil hepsi bana bilinçaltımın bir oyunu, oynamıyorum ulan" diyecek olsa kulaklarına gerçek dünyadan "aha ölüyor kalbi durdu çekelim fişini bari" filan gibi sesler gelmektedir. her gün işe gidip olayları çözmeye uğraşmak zorundadır. yavaş yavaş bundan zevk almaya başlar. herşey çok gerçekçidir, o bol paçalar, o geniş yakalar, güzelim şarkılar :) ama olmadık yerde kendisine hitap etmeye başlayan televizyonlar, kablosu kopuk telefonlardan arayan "aman oğlum sen konuşamasan da ben hastanede başında bekliyorum vazgeçme e mi" diyen annesi vs peşini bırakmamaktadır.diziyi tadından yenmez kıvama getiren unsurlardan en önemlisi eski usul polisiye yöntemlerle sam'in yöntemlerinin tutarsızlığı üzerinden fışkıran espriler. her bölümde okkalı birkaç kahkaha attırarak seyirciyi kuru drama çizgisinden alıkoymaya çalışmışlar anlaşılan. manchester aksanı da kulaklara şenlik..
life on mars ismi, kaza sırasında arabada çalan şarkıdan geliyor. dizi bbc için kudos yapım şirketi tarafından yapılmış. iki sezon sürdükten sonra farklı bir mecrada bi şekilde (ashes to ashes) devam etmiş. amerikalılar da kendilerine göre bir uyarlamasını yapmaya çalışıp ellerine yüzlerine bulaştırmışlar. sam tyler'ı, doctor who'nun ezeli düşmanı "the master"ı canlandırarak kötü adam kavramına yeni boyutlar katan john simm oynuyor. çok da iyi yapıyor. philip glenister, gene hunt rolünde o kadar harika olmasaydı simm'in oyunculuğu daha rahat parlayabilirdi. DCI hunt, gerçekten dünya tatlısı bir pislik herif olmuş. esas kız biraz odun tipinde ama olsun. ellerinize sağlık bütün life on mars ekibi. içtenlikle sizleri tebrik ederim.
şimdi gidip ilk sezonun sonuncu bölümünü seyredeyim. zaten hepi topu 16 bölüm, uzunca bir film gibi düşünülebilir.

çalışır durumdaki rapidshare linklerini de vereyim de seyretmek isterseniz işiniz kolaylaşsın sevgili arkadaşlarım:
life on mars

şiir

gelse de trenden ikimiz insek
camları buğulu iki tas çorba
bir kitap -- çantana korkup tutunmuş
kâğıdı samandan şiiri zorba

süleyman çobanoğlu yıllar sonra yeniden şiir yazmış, tuttum sevdiğim kısmını getirdim.