31 Temmuz 2008 Perşembe

"ben bir ceviz ağacıyım gülhane parkında
ne sen bunun farkındasın ne polis farkında"

28 Temmuz 2008 Pazartesi

bugün günlerden ne?

yarın pazartesi. aslında bugün de, sevmiyorum saat onikiyi geçti diye günü değiştirmeyi. onun için yarın. pazartesi.

günler aslında ikindide değişir. mesela perşembe günü ikindiden sonra artık cuma gecesidir. pazar günü ikindiden sonra pazartesi gecesi, bu durumda cumartesi ikindiden sonrası da pazar gecesidir. evet böyledir. ama bana sorarsanız bütün benliğimle bunu kabul etmemle beraber sabah uyandığım zamandan itibaren o güne ait olan ismi kullanır, keyfime bakarım.

ne diyordum, pazartesi, yani yarın, sabah sabah kalkıp son üç günü kalan kursuma gitmem gerekiyor. sonra farklı farklı aksiyonlar olacak gibi görünüyor günümde. bakalım, yaşayıp göreceğiz.

aslında, canım çok sıkıldı. şu güngören'deki patlama yüzünden. kimbilir ne zamandır hiç düşünmediğim akrabalarımın acısı düştü içime. onları çocuğumu merak eder gibi merak ettim. sonra da çok kızdım kendime. hala da kızıyorum.

neyse, böyle işte.

27 Temmuz 2008 Pazar

okuduğumuzu anlayalım

"ne kadar benlik!
nasıl sığdırıyorsun secdeye, zor olmuyor mu?"

22 Temmuz 2008 Salı

yaş dönümü

dün hafif bir baygınlık geçirdim. fatma bana gül şurubu içirip yelpazesiyle serinlik yaptı. tostumu da yedim geçti. eve dönerken vapurda, geceydi. kulağımda goran bregoviç, istanbulun beşiktaşlı karaköylü taraflarıyla dans ederek eve döndüm. ama baygınlıktan öncesinde başka şeyler de oldu. fatma bana gri toz sürme ile üzerinde pakistan yazan pirinç bir sürmedan aldı. muhittin abi'ye baktık. yokmuş. gittik erenlerde nargile içmeye. esma'yla muhsin burak da geldiler. bize doğum günü hediyesi almışlar. zaten paraları yoktu, ne gerek vardı yahu. mahcub olduk. yakında muhsin burak'ı davul çalarken izlemeye gidicez inşallah. ama osman gelmeyecek. sevmeyeceği şeyler önceden kolaylıkla tahmin edilebilen ve bir şeyleri sevmediğinde çekinmeden belli edebilen bir insan olduğu için gelmesi konusunda hiç ısrarcı olmadım.
bugün benim ve fatmanın doğum günümüz. arada bir yaş var. fatmayla benim aramızda bir yaşın lafı olmaz.
teşekkürler allah'ım, sen benim yanıma fatma'yı verdin.
bensiz gitmek istemediğin için güzel yerlere, teşekkürler fatma. elimi bırakmayan ellerini öperim.
akşama doğru osman arayıp tebrik etti. tam da annem hain evlat gibi şeyler bağırırken. hediyeler alıp pastalar yapmasını da beklemiyordum. doğduğum günü hatırlamaması çok olağan. güzel bir hadise değilmiş benim doğumum. dört saat eziyet çekmiş. sonrasında da onun için güzellikler getirmediğim besbelli. neyse ki artık kırılmalarım törpülendi. güzelliklerimi annemin gözlerinde aramıyorum. böylece onları kolaylıkla bulabiliyorum. oh be.. otuz yaşındayım. kontrolsüz bir şekilde günden güne daha mutlu oluyorum. saygılar sevgiler hürmetler gırla gidiyor..

17 Temmuz 2008 Perşembe

taraf

ne yazacaktım unuttum. laptop açılana kadar kafamın içindekileri kaçırdım. neyse o zaman ben sizlere başka bir konudan söz edeyim. ankaranın da bazı güzel tarafları vardır. örnek olarak çamaşırların çabuk kurumasını verebiliriz. ankarada çok uzak orası bize dediğimiz yere en çok 45 dk'da varabiliriz. haftaiçi her sabah radyo odtü'de modern sabahlar dinleyebiliriz. başka güzelliği yoktur ankaranın. olsaydı beş yılda ben bulurdum inan buna.
istanbulun da bazı çirkin tarafları vardır diye devam edemeyeceğim. aslında yazının kurgusu açısından hoş olurdu öyle bir paragraf. ama ben iyi dursun diye yalan söyleyemem. ah bebek söyleyemem. istanbulun kötü taraflarını saymayı marifet sanan zevk fukarası küçük insan, bu paragrafım sana gelsin. istanbulun trafiği, düzensizliği, kalabalığı, pisliği de sana girsin.
şimdi uykum geldi yatıyorum. fatma sen yarın bize gel.

16 Temmuz 2008 Çarşamba

çekiyorum

hepbirlikte bir resim çektirelim. bir dahaki sefere eksilmiş olabiliriz. ben ölmüş olabilirim. gene de biz oluruz. bensiz de biz olabiliriz. hem de daha iyi oluruz bakarsınız. ah canlarım benim. öp öp öp.
evet istanbulda bazı değişiklikler olmuş. özellikle metro ile ilgili bazı gelişmeler olduğu gözümden kaçmadı. finüküler midir nedir öyle bir sistem kurmuşlar taksimden kabataşa. bu taraf taksim gezi bu taraf ne biliyim ne bu finüküler de neresi aceba derken durumu kavradık. oradan sen telle sarkıt lokomotifi aşağıya kaydır, işte ona diyorlarmış. başka isim bulamamışlar finüküler olsun bari başka bulamadık diye karar vermişler. ayrıca bu metrolardaki yürüyen merdivenlere hücum edildiği zaman "merdivenler yürüken bir de ben tırmanarak çok sevgili enerjimi heba edemen" diye düşünen tembel zevatın, merdivenin sağ cenahına yapışmak suretiyle "ben koşarak çıkacağım acelem var veyahut canım tez" halet-i ruhiyesinde bulunan kardeşlerine yol verme kültürüne kavuştuklarını sevinçle müşahade ettim. istanbul halkının adam olma süreçlerini önümüzdeki altı sene içerisinde tamamlamayabileceklerini umuyorum. hadi aslanlarım elinizi çabuk tutun. sizi de allah yarattı. tesis de var.
dünyanın en güzel nargilesini fatma`nın bizi götürdüğü kallavi diye bir teras kafede içtik. istiklal mırıl mırıl. antiloplar ters ters.. nefis bir güzellikti. bahreyn tütünüymüş. bir de oraya yazmışlar terasın camına "üşürseniz lütfen şal isteyiniz" diye. böyle bir nezaket ortamı böyle bir güzellik dumanı içinde muhsin ile tanış olduk. kırmızı saçlı filan ama iyi biri. çünkü edep bu zamanda en zor meziyettir. sonra sen benim gibi boş ağızlıyı bile edeple dinle.. kim bilir başkalarını nasıl dinler bu çocuk o iştahla. allah hayırlar versin. muhabbet ettim doğrusu. annemi inandıramadım. ama annem zaten bir tuhaf. annemin oğlu gelmiş. anne dedim hepbirlikte bir resim çektirelim. bir dahaki sefere eksilmiş olabiliriz.

ben ölmüş olabilirim dedim.
bazı fotoğraflarda makineyi kurup kareye yetişmeye çalışan insan vardır ya o ne kadar sevimli bir insandır değil mi? :babam.
olmayacak bizim o resim işi. çocukları hiç kucağına almadı, oradan anladım. dün miğdesi ağrıyınca çantamdan çıkarıp proton pompası inhibitörü verdim ama işe yaramadı pek. çocukların adını hala ağzına almadı. ilk gün ihsanın eline bir diş fırçası vermişti gerçi. bu hiçbir şey demek değildir matilda.
gene de öptüm. canıma değsin!

11 Temmuz 2008 Cuma

sessizlik şarkısı

bunun bir periyodu varsa bu blog sayesinde sanırım keşfedebilirim.

mızıkçılık yapar gibi oluyor, özür dilerim, ama elimde değil, konuşmak istemiyorum.

10 Temmuz 2008 Perşembe

vay

yedi sene be yuh! rakamla da 7 yazıyla yedi.

allahım hiç bir şey anlamadım bu sefer. hala anlamadım. yedi senedir bakıyorum hiçbir şey göremedim. özür dilerim. daha vakti var belli ki. olmazlar vadisinde tek başıma geziyorum. ama ihtimallerin kaydından da kurtulamıyorum. gurursuzluk filan da dert değil, tamam. dert değil allahım, ne lazımsa yapıcam. ama ne lazım allahım ne lazım?

istanbul da beklesin sevgilim biraz daha. öpecem yanaklarından, bir eminönünden bir üsküdardan. koynunda poyrazlar üfleyip uyutsun, beni istanbul sevgilim avutsun.

aslında derdim başka

üstad Ahmet Haşim demiş ki: “çingene, insanın tabiata en yakın kalan cinsidir. zannedilir ki, bu tunç yüzlü ve bu fağrur dişli kır sakinleri, beşeri şekle istihale etmiş bir takım yeşil ağaçlardır... çingene bizzat bahardır.”
çingene fenomenini ile ilgili düşünceler kafamda Taraf de Haidouks eşliğinde dans ediyor. belki söyleyeceklerim olur, söylerim.

8 Temmuz 2008 Salı

O'na dönüşler..

hayal etmeye bile cesaret edemediğim bir acı çok sevdiğim bir dostumun üzerindeyken ne yazabileceğimi bilmiyorum. bütün tesellileri sen zaten biliyorsun. fazla konuşmanın faydasız olacağını da ben biliyorum. ayşe, senin için, Allah sana sabır versin diye çok dua ediyorum.

3 Temmuz 2008 Perşembe

bir insanlık mucizesi olarak "laz"

laz toplumunda insanların alışılagelmemiş şeyler yapması son derece normal karşılanır. herkesin yaptığını yapmayan insan, yadırganmaz, adeta övülür. -ya oriya hiç yürunur mi? denir, hayranlıkla gülümsenir. doğal olarak bu ortamda büyüyen bireyin beynindeki orijinal fikir geliştirme (or-ge) dairesi işlevselliğini ömür boyu sürdürür.normal olan, herkesin kafasına göre kendine norm bulmasıdır. delilerimizle aynı sofrada oturur, aynı denizde viya yaparız, onların anlattığı hikayeleri de trtde konuşan profların anlattıkları kadar önemseriz.
hiçbir şeyin kalıcı bir düzeni yoktur. düzen vardır ama sık sık değişir. ve bütünün düzeni yerine parçaların kendi içinde farklı düzenleri vardır. ve bütün o düzenlerin birbirleriyle olan bağlarını sorunsuz şekilde kurabilme yetisini zamanla edinen beyinlerimiz de bu halleriyle alelade beyinlere fark atar. hain fark atar hem de :)
evlerimizin biri doğuya bakar biri kuzeye, bahçeye gül dikeriz, yanına soğan ekeriz. yemek yaparken aklımıza ne gelirse onu koyarız. dünyanın en özgür, en mutlu insanları lazlardır. canımız ister arabadan inip yolun kenarında horon teperiz. sevdaluk ederiz. unutur, gene ederiz. aferum aferum..

hatalıysam ara

burada meydan hepten bana kaldı. sersem sersem dolanıyorum. beynim burun deliklerimden hızla akışa geçti. bi gel.

adamın biri demiş ki, eylülün karşısında insan zayıf olamaz. öteki de demiş ki, eylülün karşısnda insan zayıf olur hem de iki defa, hem sen de kimsin, demiş. ilk adam da cevabında kendisinin akla hayale gelmez anlam fukarası cümleler kuran bir insan oluşunu dile getirmiş. bunun üzerine ikincisi kendisini bir zavallı hissetmiş, bir küçülmüş böyle. eylülün karşısında da zayıf düşmüş, yetmezmiş gibi. sonra da yerin dibindeki ebedi istirahatgahına çekilmiş.
ilk adam da bu sefer şöyle demiş:
"nisanın karşısında kabalık etmek insan oğluna yakışmaz. "

hikayenin sonunda hepberaber elele tutuşup dünya çocukları şarkısını söylemeye çalıştılar. ama hiçbiri sözleri bilmiyordu. o yüzden de sap gibi kaldılar. hem de elele!

bat ayşe bat

sen beyaz keten ceketin önündeki çikolata lekesine domestosu dök, sen unut, domestos orada kuru, ceketin önü parçalan.. kafasız. kafasız ayşe.

(aslında herşey, kadının eve varmak için iki dakika daha sabredemeyip çikolatalı dondurmayı arabada yeme aceleciliğini göstermesiyle başladı..)

öyle olmayabilirdi. ama aynen öyle oldu. öyle olmasaydı, aa iyi ki de öyle olmadı derdik. ama belki de ceketimiz başka bir şekilde yırtılırdı. kaderi öyleydi belki de ceketimizin. olamaz mı? ceketlerin de kaderi olamaz mı?

yırtılmış bir ceket ile delinmiş bir ayakkabı metaforik açıdan ne kadar benzer nesneler değil mi sevgili dostlarım? metaforik açılarınızdan öperim.

yap/yapma

yazının söylemesini istediğin şeyden ziyade, söylemesini istemediğin şeye yoğunlaş. sözün varmasını istemediğin anlamı dışarıda bırak. böylece geniş güzel bir anlamlar skalasında dolaş. demek istemiş olmadığın şeyler seni zor durumda bırakabilir. ama "onu de demiş olabileceklerin" senin kadar başkalarına da, çok boyutlu zevk diyarlarında gezintiler sunar.
yazarken duraksama. korku yazmak üzereyken acaba endişe mi yazsam diye düşünmeye başladıysan artık korku da yazma. korku da endişe kadar uygunsuz olmuştur içine şüphe karışınca. duraksamak şüphe yapar (yoksa şüphe mi duraksama yapar?). şüphen varsa yazma. başka işine bak. sıkma tatlı canını. her şey olacağına varır.
kendi iyiliğin için yaz.
aklına gelen işe yarar şeyleri not et. arada dönüp geriye bak. ama genelde öne bak. önümüzdeki maçlara bak.

1 Temmuz 2008 Salı

yenilikler

sayfaya müzik dinleme aparatı taktım. (sonradan bozuldu, sildim ama vakit bulunca gene yapıcam) bir de yukarıya çok havalı bir bacımızın resmini koydum. renklerle yazı karakterleriyle biraz oynadım. bir de anket koydum. nasıl? beğenmediyseniz söyleyin lütfen. çok harika site buldum. fatma özellikle senin ilgini çekebilir:şu
*resimdeki kelebekli beyfendiyi de, vedide hanım'a ithaf ediyorum. bu fotoğraf bence elmalı nargile ya da tarçınlı çay gibi kokuyor. hm?
Bu arada sevgili gazozumuzun kapağı ayşe hanım için de endişelenmeye başladım. dün aradım, konuşamadı. allah ona selamet versin, o da tez zamanda bize ses versin.