29 Ocak 2012 Pazar

atasözü

sevdiğuni alamaysan
alduğuni seveceysun

26 Ocak 2012 Perşembe

şiar

'o ayakkabılarla çantalarla kandırılamayacak bir hanımım, koşma peşimden dünya senin olamam, başkasınınım' de ayşe. böyle olması lazım. akıllı ol.

23 Ocak 2012 Pazartesi

bilir

hakîkat çıkmazı şu kahpe dünya,
bu çok kısa yoldan dönenler bilir,
bu yolun sırrıdır fırsatlar, sevda,
tutuşup parlayıp sönenler bilir.

aldana aldana gevredi dinim;
kalmadı düşmana, feleğe kinim;
doğruyu söylersem çarpar yeminim;
bu cengi, pusuya sinenler bilir.

durma sor halini, hastanın, sağın;
tabii solacak gülleri bağın;
hayatın içini, kara toprağın
üstünden altına inenler bilir.

geniştir, ölçülemez hayalin çölü;
karşımda her diri söylenen ölü;
çok güçtür geçmesi bu sakar gölü;
dümensiz gemiye binenler bilir.

Neyzen Tevfîk

22 Ocak 2012 Pazar

bir gün, bir gün, bir kadın.

mustafa gitti. hicaz illerinde kendisi. ama öyle bi his, sanki o gitmedi ya da ben de gittim de farkında değilim yahut bedenim burda kaldı. garip.

bugün çok sevdiğim biri bana baktı, baktı. "sana kung fu panda gerek," dedi. "senin ilacın kung fu panda!"

koltukta oturmakla yatmak arası bir duruş sergiliyordum ve gözlerim de eminim ölü bir balıktan daha cansız bakıyordu. konuşmaya çalıştım, "bu benim iyi halim" dedim, "üzülme sen bana" dedim, "sarhoş gibiyim ben" dedim, "bi uyuşturucu almışım gibi ama olan biteni takip edebiliyorum." dedim. "kung fu panda'yı seyret bugün." dedi. "bir mi dedim?" çok sert bi ifadeyle baktı bana. ama kızmadı konuşurken. "evet bir." dedi. çok kibar biri.

eve yaklaşınca annemi aradım," yorgunum ben evde de çok işim var" dedim. "ahmet aşağı insin, evde senin için yapabileceğim bişey yoksa?" dedim. annem "tamam" dedi. ahmet aşağı indi. 100 adım kadar yürüyüp evimizin olduğu apartmanın kapısına vardık, ben anahtarı çıkartmaya çalıştım çantamdan. yapamadım, çıkaramadım anahtarı. anahtarla ilgili hatırladığım son şey, evden çıktıktan sonra dışarıdan kapıyı onunla kilitlediğimdi. ben yine annemi aradım sonra, telefonda annemlerin kapı zili çaldı, az önce de apartmana sucunun girdiğini görmüştüm. "sucu geldi anne size" dedim. annem, "efendim?" dedi. "sucu geldi size, kapıyı aç. ahmet'i de yukarı yolluyorum, bizim yedek anahtarı ver, olur mu?" dedim. "ben anahtarımı bulamıyorum." dedim. annem "tamam" dedi.

ahmet'in getirdiği anahtarla apartmanın kapısını açtık, merdivenleri çıktık. bizim merdivenlerde sensörlü lambalar var. ama lambanın sensörünün bizi görmesi o kata adım attığımızda gerçekleşiyor. bu yüzden merdivenlerin yarısını hep karanlıkta çıkıyoruz.

bizim kata geldiğimizde elimde annemlerde duran yedek anahtarımız vardı. kapının üstünde de kocamın hediyesi kırmızı kalpten elektronik fotoğraf gösterici ve oğlumun hediyesi bileğime dar gelen boncuklu bileklikle beraber anahtarlarım. bu akşam eve girmek için anahtarı anahtar deliğine sokmak zorunda olmayışım mutlu olunacak bir şey olabilir belki de.

evde ahmet'le ikimiz değişik şeyler yaptık. saatler geçti. ahmet, "bana horoz masalını anlatacak mısın bu gece?" dedi. ben de "hayır, üç gündür sürekli aynı masalı anlatıyorum, uyuyakalıp dinlemiyosan bu benimle ilgili bi problem değil, hele dün sonuna kadar anlattım." dedim. o, "uyuduğumu nasıl fark etmedin ki?" dedi. "anlatmıycam." dedim. sonra odasına çıktık. ona üç tane masal uydurdum. üçü de üç cümleyi geçmeyen masallardı. sonra o da bana bir masal anlattı. şöyleydi, "bi adamla bi kadın varmış, sonra evlenmişler. masal bitmiş."

ahaha

ben aşağı indim gene. internetten indirmeden seyredebileceğim bir kung fu panda aramaya koyuldum. bu arada nasıl olduysa james joyse hakkında ufak bir de araştırma yaptım. mustafa burada olsaydı katiyen öyle kalitesiz görüntülerle bir şey izlememe izin vermezdi. bana seyrettirdiği şeyler full hd olmayınca özür dileyen biri o. evet, görüntü kalitesi gerçekten berbattı. üstelik bu aksiyonlu bir çizgi film olunca, galiba filmin yarısını görememiş olabilirim.

ama duyabildim. bir yerlerinde şöyle bir cümle: "ustana güven. tıpkı onun da ustasına güvendiği gibi."

şimdi sigara içiyorum. ve size anlatmadığım, arkadaşımın evinden beraber çıktığım arkadaşımla yolda ve bir çay iki sigara eşliğinde çınaraltı'nda konuştuklarımızı düşünüyorum. bir de, ustama güveniyorum.

bitti, bu kadar.


not: gönderimi etiketlemek istediğimde 200 karakter gibi bir kısıtlamayla karşılaştım. şunlar etiketlerim: 


ben mi dedim? kim dedi?, beyaz bisiklet, bi dakka bişey diycem, biz salağa salak deriz, bunu ben, böyledir, fevkaladenin fevki, her şeyin bişeyi var, işte öyle, kerat cetveli, kendi çapım, nerede o eski mandallar, peynirle yürüyen laf gemisi, rapor, sevgilim ben şimdi, tümümü gizle, yamuğun iç açıları, yangın olur biz yangına gideriz, yapılmışı var, çocuk şarkıları, şöyledir

19 Ocak 2012 Perşembe


Kar ve kaplan filminden "aşık adam" görüntüsü. düzeltiyorum "aşık şair". biraz daha az konuşsa tutup alnından öpecektim. iyi bir filmdi. hem aşk hem şiir filmi

14 Ocak 2012 Cumartesi


sevgili Yann, isminiz Fransızca da ne manaya gelir bilemiyorum ama türkçede yaptığınız müzikle uyum sağladığını söylemeliyim.pianonuzdan çıkan notalar "yannn yannn" diye bağırıyor. size sağlık mutluluk ve bol bol yanma diliyorum.

8 Ocak 2012 Pazar



filmde kopyalanan bir yetimhane dolusu çocuk var. hepsi otuz yaşına gelmeden ölecekler. çünkü organlarını bağışlamaları için büyütülüyorlar. dört bağışa kadar yaşayabilenleri oluyor aralarında. neredeyse filmin ilk yarısında kadar hep "niçin kaçmadıklarını, saklanmadıklarını" düşündüm. böyle bir konuda çekilebilecek bir filmde yapılması gereken yegane davranış buymuş gibi. neyseki kaçma kovalama girişimleri olmadı. olayı başka açıdan görmüş flim. - tabii roman uyarlması ne de olsa- herkes programlandığı kadarını hayal edebiliyor işte... Biz de bir sabah uyanıp pencereye çıkıp uçmaya kalkmıyoruz.

6 Ocak 2012 Cuma

bir buçuk iskender

elif şafak'ın siyah süt ve aşktan sonra kalemine pireler üşüştüğüne inanıyordum. metinlerin kanını emen bu pireler kurguyu aynı şekilde bırakıp edebi güzelliği canına okuyordu. Aşkı yavanlığından ötürü biteremedim hatta. iskenderi de okumadan fazla cakalı bulmuştum zaten. yok kapakta resim vermeler yok kendiyle röp yapanlara ipod hediye etmeler, şak şak şuk şuk... geçen gün evdeki fazla kitapları ikinci el kitapçıya verince karşılığında bir kitap almam gerekti. iskenderin rezil halledeki korsan bir baskısıyla yüz yüze geldim. aldım ama hemen de okumadım. bir gün iki gün üç gün... dün gece bitirdim kitabı, hatta bir yerinde mutfak masasında ağlıyordum. dili eskisinden de güzel olmuş. metine çok çalışıldığı, aklın fazlasıyla kullanıldığı, eşek gibi araştırma yapıldığı belli. beni en fazla şaşırtan çocuk karakterler oldu. hatunun çocuk karekterleri genelde korku filminden fırlamış tipler olurdu. şimdiklerse gerçekten çocuk, karton falan değil. Anne olmak kadın yazarları cıvıklaştırıyor diyenlere bayrak olsun. Kadın tüm tiplemelerde başarılı olup çocukta bodosluyordu. Analık nelere kadir. düzeltmiş dümeni. her şey bir yana iskender bana "roman yazmak için bilsen ne kadar çalışmalın" atasözünü hatırlattı. sağol atam. sağol söz.

5 Ocak 2012 Perşembe

kızımın doğum günü için patetesleri soyarken aynı soru karşıma çıktı: başka bir hayatım olabilir miydi acaba? bundan daha iyi daha kötü değil daha başka. içine daha çok insanın şehrin girdiği, ya da girmediği bir yaşam. ellen show'da konuşan bir erkek müzisyene çok benzettim kendimi sonra. acayip benziyorduk. o uzun boylu yakışıklıydı gerçi. ama konuşurken ellerini kullanması, bataklıktan çıkması, çıktığı için mutlu olması, gözlerinde "geldiği yere dönmesi an meselesi" ışığının dolaşması aynı bendi sanki. halbuki ben hiç böyle şeyler yaşamadım. evlenip çoluk çocuğa karıştım. yaşıtlarımdan çok önce bir gecede dört yemek pişirmeyi, pantolonda ütü izi belli etmeyi öğrendim. yaşıtlarımdan çok önce diyetlere başladım ve yarıda terk ettim. sonra taşraya bile taşındım. geçen gün bir altın gününe bile dahil oldum. ama patateslerdeki siyah noktaları bıçakla çıkarırken hala neden bu soruyu soruyorum kendime. yüzyıllardır soruyorum aslında. şikayet ettiğim için değil. keyfim tıkır. fakat bir yalnışlık hissi bazen eline silahı alıp kafama dayıyor. Neyseki Allah var.bu gibi afakan hallerinde, çok pis bir müzik dinlediğinde, yağmura yakalandığında, bir şiir gözüne sağ yumruğu indirdiğinde Allah'ın olması çok güzel.