29 Şubat 2008 Cuma

ölüm

sen beni bu kadar çok severken sana böyle şeyler yazmayı sürdürdüğüm için zalim olup olmadığımı düşündüm kısa bir an. hayır zalim değilim. Allah zalim değil. zaten ben bir şey yapabilen değilim. nakilim. naakil şeklinde okunanından. ilk a uzayacak işte azıcık inceltilip. bu klavye buna müsait değil. he ne diyordum. ben bir şey icad etmiyorum ki. başıma gelenleri yaşadıktan sonra bunu anlatıyorum işte dilim döndüğünce. böyle oldu şöyle oldu diyerekten..

dün, yani, çarşambayı perşembeye bağlayan gece ahmet uyumuştu ve ben de bir süre salak salak tv seyrettikten sonra bilgisayarımı alıp yatakodasına geçtim. işte muhtemelen sabahleyin okuduğun satırları filan yazdım bloglara. kendimi pek iyi hissetmedim. uyuyamadım, kalkamadım. sonra birden kalktım. içimdeki çoşkun bir iğrençlik vesilesiyle kendimi kaldırıp banyoya attım. içorganlarımı klozete döktüğümü zannedip hafiflemiş olarak yatağa döndüm. bu defalarca tekrarlandı. buna bile alıştım inan ki. mustafa eve döndü. hayal meyal hatırlıyorum. iyi hatırladığım tek şey banyoya gidişlerim. sarsıcı tecrübelerdi.

sabaha karşı mustafa radikal bir karar aldı ve mustafa uğur'u bize çağırdı ahmetin başında durması için. beni de hazırladı. üstüme giyeceğim penye konusunda huysuzlandığımı hatırlıyorum. onu beğenmem bunu beğenirim, onu giymem bunu giyerim kabilinden.

sonra hızlı bir taksi yolculuğu yaptık. şoför nerdeyse hiç konuşmadı. sabah karanlığında kaloriferi sonuna kadar açıp bizi hastaneye götürdü. galiba çok üşüyorum diye ağlıyordum ben o sırada mustafanın omzuna dayanıp.

kan aldılar. serum taktılar. kolum çok acıdı. üşümem geçmedi. kahrettim yatağımdan çıktığıma. en azından yatağımda yorganıma sarınabiliyordum ve kimse koluma iğneler batırmıyordu. zayıf damarımda akan buz gibi sıvı canımı yaktı da yaktı. uyuyup uyuyup uyandım. rüyamda ablamla konuştum. sonra ablam çıkageldi birden. gerçekte de konuştum. iyi ki geldi. üstüme örtülen pikenin üstünden mantomu da örtmeyi akıl etti de daha az üşüdüm.

ilk serumun yarısından sonra biraz daha iyi oldum. ilk serum bitince daha iyiydim. ablam ikinci bir serum taktırdı, şeker felan ilaveli enerji verici. evet evet seviyorum bunu. biliyor musun çok uzak olmayan bir zamanda ağzımıza fıslatacağımız bir fısfısla akşam yemeğinde almamız gereken bütün vitamin ve minaralleri alabilecek hem lezzetlerini de tadabilecek açlık duygumuzdan da kurtulabilecekmişiz. mustafa anlattı bunu bana hastanede. çok sevindim. gıza zehirlenmesinden acı çekerken en çok buna sevinebilirdim herhalde. espri bile yaptım. "oğlum üstüne fıslatma, doğru dürüst fıslat" diye.

sonra eve döndük ve ben sıcacık yorganımın altında uzun bir uyku uyudum. mustafa yine gitti. başıma hatice geldi. şimdi saat gece 03. biraz önce uyandım. hatice hala burda, mustafa yok daha.

28 Şubat 2008 Perşembe

bazı iyi adamlar ölüdür. bazı adamlar ölü iyidir.

kerouac diye bir şair. 69'da ölmüş. saçma sapan bir ruh yakınlığı hissettim. yakınlık kuracak başka ruh kalmamış gibi. utanıyorum şu vaziyetimden biraz da. sarhoş herifin teki, ne işim olur diyorum. oluyor işte. bende çok sürmez hiçbişey nasılsa. henüz böyle bir insanım. şunu çevirdim (benim için önemli olanları bold yaptım):

modern düzyazının inancı & tekniği

1. gizli karalama defterleri,özensizce daktilo edilmiş sayfalar, kendi zevkim için
2. herşeye karşı ılımlı, açık, dinleyen
3. kendi evinin dışında asla sarhoş olmamaya çalış4. hayatına aşık ol
5. hissettiğin bir şey kendi şeklini (form) bulacaktır
6. zihnin çılgın dilsiz-aziz'i (crazy dumbsaint) ol
7. vurmak istediğin kadar dibe vur
8. zihnin derinliklerinden sınırsız istediğini yaz.
9. bireyin söylenemez hayalleri
10. no time for poetry but exactly what is (???) ("şiire zaman yok eğer tam da şiir değilse" olabilir)
11. düşsellik göğüste titreşme tiki yapar
12. önündeki nesneyi düşlerken vecd halinde sabit (ol)
13. edebi, dilbigisel ve sözdizimsel kısıtlamaları kaldır
14. proust gibi zamanın ihtiyar teahead'i ol (?)
15. dünyanın gerçek hikayesini içsel monologla anlatmak
16. ilginin cevher odağı gözün içindeki gözdür
17. hatırlayarak ve kendini hayrete düşürerek yaz
18. gözü dönmüş halde veciz, dil denizinde yüzerek yaz
19. kaybetmeyi sonsuza kadar kabullen
20. hayatın kutsal sınır çizgisine inan
21. zihinde bozulmamış haliyle mevcut bulunan akışın taslağını çıkarmak için mücadele ver
22. duraksadığında, kelimeleri düşünmek yerine resmi daha iyi görmeyi düşün
23. her günün izini sür, tarihini işle sabahlarının omuzuna
24. yaşantının, dilinin ve dağarcığının haysiyetinde korku veya utanca yer yok
25. dünyanın, kendisini tam olarak nasıl resmettiğini okuyup görmesi için yaz.
26. kitapfilm, dile dökülmüş filmdir. görsel amerikan biçimi.
27. içkarartıcı insanlık dışı o yalnızlık içinde şükretme karakterinde (ol)28. vahşi, disiplinsiz, saf, içten gelerek tahrir etmek. ne ka deli o ka iyi
29. sen her zaman bir dahisin
30. cennetten desteklenmiş & meleklendirilmiş yeryüzü filmlerinin yazar ve yönetmeni
-------
(bu da bir şiirinin sonu):

-yürüsem ayaklarım kırılır
-gülsem maskaralık maskelerim
-ağlarsam çocuk olurum
-yalancıyım, hatırlıyorsam
-yazarsam yazılar biter
-ölürsem bitmiştir ölüm
-yaşarsam ölüm henüz başlamıştır
-beklersem uzar beklemek
-gidersem biter gitmek
-uyursam huzur ağırlaşır-
huzur ağırlaşır gözkapaklarımın üzerinde-
-ucuz filmlere gitsem
tahtakurusu kaparım-
gücüm yetmez pahalı filmlere de
-ben hiçbir şey yapmazsam,
hiçbir şey yapar
--------


şiiri anlamak için yazıldığı dili bilmek luzumu olmadığının ispatı için:
http://www.youtube.com/watch?v=ysIpcZ_M-MA
(en başta öhea öhö öhöea şeklinde verilen iğrençlik duygusunu yakalamanı istiyorum fatma :))

not: sigara da içemiyoruz. nerelere gidelim...

iki acı anne

hayatımın gündeminde iki anne var şu sıralar. birisi oğluna kırgınlığından gelininden şikayet etmeye başlayan kafası karışmış kadın. malesef gelin benim bu hikayede. ama o, ne olsa anne. benim kocam olan oğluna ve diğer çocuklarına ve torunlarına hasreti kocasıyla olan sorunları ile birleşmiş zavallı bir kadın. böylece hikaye onun mutlu edilmeye çalışılması ile bitecek.
ikincisi senin annen. yaptığın tashihin kenarına balon içinde "seni seviyorum fatma" yazan kadın. hastanede seni onun yanında görüyorum. kalbinden geçeni, kalbimden geçer gibi duyuyorum. doğumgününde ona işte o kalp ile çok dualar ediyorum.

ah anne

yarın annemin doğum günü. dört senede bir gelen özel doğum günü hem de. hastane yatağında yatan anneme ne hediye edebilirim.. rüyasında ayağında gördüğü kahverengi topuklu ayakkabıları bulup almayı düşündüm ama sonra bu biraz sinir bozucu geldi bana.

annemin mutlu sağlıklı ve evde oluşunu özledim. ama doktorlara göre daha çok var çıkmasına.

"ben yoruldum, geri dönüyorum" forest gamp

27 Şubat 2008 Çarşamba

kusursuz sessizliğin ormanı.

sis denizine bakan arka bahçe fiyortlarımız.

26 Şubat 2008 Salı

no more no never again never again!!!!

ben kimsenin olmamı istediği kişi olmam Allah'tan başka. Ben Allah'ın olmamı istediği insan olmaya gayret ediyorum inşallah. başka bir derdim varsa hatam odur. başka bir hatam da yok hayatta.
beni böyle beğendiği için yanımda olan insanlar var. beğenmeyen çeker gider. birileri benim yanımda olsun diye ben bu olmadım. değişmem. direnç gösteririm. duvar örerim.
kaybedecek bir şeyim var. onu kaybetmem. kaybetmem!

bir de günün şarkısı: helldorado/a drinking song. günün yemeği etli biber dolması.

25 Şubat 2008 Pazartesi

çay

ikindilerde evi saran taze demlenmiş çay kokusu olmasa günü bitirecek gücü nereden bulabilirim?
üç gün üstüste kaldım.
en son perşembe gecesi kalmıştım annemin yanında. bugün pazardı ve ben hala kendime gelemedim aslında. ama yarın gece yine ben kalmaya gidicem. Allah'tan annemin yanında zindeleşiyorum, iyileşiyorum.. inşallah servisteki tek kişilik tek oda çok yakında boşalır da oraya biz geçeriz. 3 sandalye üzerinde uyumak baya yorucu oluyor. hastanelerde de hep erken kalkılıyor. sabahın yedisinde kahvaltı mı olur canım ?

bana yeni telefon aldık bi de. nokia 5300 ekspres müzik diye bi şey. çok sevindim.

18 Şubat 2008 Pazartesi

lütfen

iyi misin fatma? çocuklarımın ve senin iyi olmamanıza tahammül edemiyorum. anladım bunu.
senin her zaman iyi olmanı istiyorum. lutfedilsin...

15 Şubat 2008 Cuma

flash boom bang!!!

sonunda iyice zıvanadan çıktı durum. artık kafamdan geçen düşünceleri takib edemez oldum. adeta bağımsızlıklarını ilan ettiler. bir konuda düşünmek icab etse kafamda ışık hızıyla bi takım dolaplar dönüyor hooop sonuç! ama sen o sonuca nasıl vardın, elindeki verileri nasıl kullandın? bunlar cevapsız. matematik imtihanında olsam hoca kesin kopya çekmiş muamelesi yapar, sıfır alırım. gerçi cevaplar doğru oluyor çoğu zaman. yani aslında rahat 90 filan almam lazım . (adi hoca!)
tabi böyle olduğu için konuşmakta da zorlanıyorum. çevremdeki tartışmalara filan katılamıyorum. insanlar kendi doğrularına ikna etmek için ardarda çeşitli savlar öne sürüp, güzel güzel izah ederken meseleleri benim yaklaşımım şöyle oluyor: öyle değil. şöyle.
niye? onları ben biliyorum da anlatamam. yakalayamadım. koşa koşa geçip giderlerken kafamdan, uzaktan izledim. tiplerinden anladım. temiz adamlara benziyorlardı :)

13 Şubat 2008 Çarşamba

un helvası

un helvasını tutturmayı öğrenmek için çok fazla tecrübe gerekiyor. haftada bir un helvası yaparak kendimi bu alanda geliştirmeye karar verdim. annanemin yaptığı un helvalarının namı "cennet çamuru"na çıkmıştı. neden ben de o kadar başarılı olmayayım? yeterli azim olduktan sonra insanoğlunun başaramayacağı şeyler çok azdır. ama mesela ne kadar azmedersem azmedeyim baba olamam. o tamamen ayrı bir mesele.

ahmet kaya sahiden ödü mü?

12 Şubat 2008 Salı

şunu bilelim:

ne kadar çok analiz yaparsak o kadar az anlarız.

şöyle bir konuşma:

Ayşe: zevk sahibi bir kadınım ben. i've got a good taste. bu yüzden seninle evlendim.
Osman: biliyorum hayatım, ben de o yüzden seninle evlendim.
Ayşe: aynı sebeep hmmm...
Osman: same reasoon...

okuduğumuzu anlayalım:
1-Ayşe kendini beğenmiştir veya nihayet yeniden kendini beğenebilmeye başlamıştır.
2-Osman Ayşe'nin kendini beğenmişliğine rağmen onunle evlenebilecek kadar onu beğenmektedir ya da bir zamanlar beğenmişliği vardır.
2-Ayşe ve Osman cnbc-e etkisi ile iyice manyaklaşmış birbirleriyle konuşurken araya ingilizce laflar sokmaya başlamışlardır. iğrençtirler. ama uyumlu bir iğrençlik sergileyen bir çift oluşlarıyla çok dikkat çekmemektedirler.

9 Şubat 2008 Cumartesi

zihnimin tembelliği, bi dur lütfen

zihnim eskiden olduğu gibi dinç değil. bu haliyle beni pek yormuyor. zaman zaman şikayet etsem de aslında hoşnutsuz sayılmam durumumdan.
aylardan sonra ilk defa o buğusuz, açık zihne yeniden kavuşmak istiyorum şimdi. hiç olmazsa bir kaç saat için. okuduğum kitabı anlatabilmek istiyorum. Sebastian Knight'ın Gerçek Yaşamı'nın neden bu kadar nefis bir kitap olduğunu bir yerlere yazabilmek istiyorum.
Vladimir Nabokov, seni çok büyük bir saygıyla anıyorum. Bir dakika saygı duruşuna davet ediyorum herkesi :P

gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar...

bazen popülerleşiyorum. kozmik anlamda.

8 Şubat 2008 Cuma

doktora gittim

bir sürü tahlil de oldum. hastalığımın önceki zamanlardan çok daha ilerlemiş olduğunu öğrendim. haftada içmem gereken draje sayısı 26'dan 50'ye çıktı. o kadar çok ilacı içince midem bulanıyor, başım dönüyor. bi de canım sıkılıyor.

ama bu sefer daha dikkatli olmaya gayret edicem. sonra çok üzülüyor herkes. hastalık da ben ona bakmadığım anlarda koşup hızla ilerliyor.

en az altı ay daha hamile kalmamalıymışım bi de.

böyleyken böyle.

4 Şubat 2008 Pazartesi

bişey söyliycem

kendimle dalga geçmek ve herkesin önünde aşağılamak durumunu biraz abarttım. bundan sapıkça bir zevk alıyorum sanırım.

geçen gece ahmet hasta oldu. sabahleyin mustafa onu doktora götürürken ben cumartesi olduğu için derse gittim. sonra birileri sağolsunlar bizi arabayla bıraktı. arabadayken şu cümleleri kurdum: "insan hem aptal hem de bilgisiz olunca böyle oluyor işte. ben hiç boğaz ağrısı çekmedim. tuttum çocuğa zorla buzdolabından yeni çıkmış tatlı yedirdim. işte gece ateşlendi, 40'ın üstüne çıktı ateşi... mustafa da bana söylemişti, soğuk yedirmeyelim demişti."

burada bıraktım mevzuyu. ahmetin hastalığının virüs kaynaklı olduğunu söylemedim. yedirdiğim tatlıyı o gün doğru dürüst bir şey yemeyen oğluma biraz enerji olsun diye yedirdiğimi söylemedim. en önemlisi, sabaha kadar başında beklediğim oğlumun sabahleyin artık ateşinin olmadığını hastaneye babasıyla beraber gitmesinin yanlarında benim de olmamdan bir farkı olmayacağını söylemedim.

sonra düşündüm, insanlara haksızlık ettim. hakkımda özensiz, sorumsuz, sevgisiz biri olduğumu düşünmeleri için yaptıklarım geldi aklıma. pek doğru bulmadım davranışlarımı.

ama öyle sıkıldım ki insanların kendilerinin biricikliğini öne sürüp durmalarından, herkes hata yapar ben yapmam davranışlarından, bir şey yaptıysam elbette sebebi var, ne mükemmelim bir bilseniz durumlarından.. öyle değil.

"öyle olsa dünya böyle olmazdı. hepiniz hemen hemen benim kadar düşe kalka yaşıyorsunuz. aptalca şeyler yapıyorsunuz." demek istiyorum burdan bütün dünyaya.

ıssız bir adaya düşsem yanıma üç tane Jack Sparrow alırım*

Issız bir adada yalnız kaldıkları gecenin sabahında, bulundukları yeri belli etmek için bütün rom'u yakan Elizabeth ile kaptan Jack Sparrow arasında geçen diyalogdur:
J.S.: no. not good. stop. not good. what are you doing? you've burned all the food, the shade, the rum. (burada kaptan romun yanmakta olduğunu görüp panik yaşıyor, eli ayağı birbirine dolaşıyor tabir caizse)
E.: yes, the rum is gone. (içkilerin tamamını yaktığını itiraf eden E.)
J.S.: why is the rum gone? (rom niye gitti?)
E.: one, because it is a vile drink that turns even the most respectable men into complete scoundrels. two, that signal is over a thousand feet high. the entire royal navy is out looking for me; do you really think that there is even the slightest chance that they won't see it? (makul gerekçelerin "bıdı bıdı bıdı" şeklinde ardarda sıralanması)
J.S.: but why is the rum gone? (işte efsanevi replik: iyi de, rom niye gitti?!!!)

Benim için bu diyalogda sıradan bir güldürüden fazlası var. Çok kıymetli bir şeyi yitidiğimizde gerekçeler anlaşılmaz oluyor ne kadar akla uygun olsalar da. Sebepler bulanıklaşıyor. Sadece kaybedilenin hayalet imajı -artı- onun yokluğundan doğan boşluğun (fena halde açlık çekildiğinde miğdedeki kazınmaya benzeyen) ağrısı kalıyor. Anlamıyorum. Anlayamıyorum neden aşk bitiyor.

*Başlık konuyla alakasız oldu. onun da farkındayım. sıvış sıvış sıvış...

dehliz

allah için buğz ettiğini sanıyorsun. meğer öteki senin gibi düşünmediği, yaşamadığı için buğz ediyormuşsun. bencillikten başka birşey değilmiş.
günaha girdiğin için üzüldüğünü sanıyorsun. meğer kendi seçtiğin gibi yaşayamamanın huzursuzluğuymuş duyduğun. enaniyetmiş.
rehbersiz zor yollar...