30 Ocak 2010 Cumartesi

bu da böyle bir sevinmemdir

bir radyo programı var malum. ben onu tam beş ay oldu dinleyemiyorum. her cuma ve her pazar burada saat 2.30 olduğunda aklıma geliyor dinlemek. yani tam bittiği saatte. ilk defa bu hafta tam başlayacağı saatte birdenbire "aklıma geliverdi".
programda kelebek etkisinin de bahsi geçince burada da programın bahsi geçsin istedim. hep kaçıracak değil ya insan, bakarsın bir gün yakalayıverir. oh be.. nasıl sevindim ya :)

29 Ocak 2010 Cuma

açı


bir açıdan bakılırsa pisa kulesi eğri değildir. bir açıdan da tepetaklaktır. senin kendi açın ne? kendi bacağından asılmış bir koyun musun sen? ensesine vurulup ekmeği alınmış boynu bükük emrah mısın? ceylan mısın? küçük ceylan? ne işin var pisa kulesinin önünde yavrum senin? anan baban merak eder evine dön, geç oldu.
evet bu gün de bakış açılarımızdaki çeşitliliğin zihnimizdeki dünya algısına etkileri mevzuunda espiriyle karışık bir yazı kaleme alarak sizleri güldürürken düşündürmek istedim.

bugünlerin yarınları var gidiyorum ben sen hoşçakaaaaal. levent yüksel. insanın kendi blogu olması ne güzel şey.

Salinger, sen ölecek adam mıydın?

J.D. Salinger saklandığı yerden çıkmış dün. Çarşamba günü.
Ayyuka çıkmış ama kimse görmemiş.
91 iyidir. 90'dan da 92 den de..
91 yaşında ölmüş.
Harbiden mi? Harbiden ölmüş.
Salinger, sen ölecek adam mıydın?
Şimdi müsade edecek misin yazdıklarının basılmasına? Bize bir yumruk atacak mısın?

28 Ocak 2010 Perşembe

senin cümlen

- senin cümleni çok beğenmişler
- gerçekten mi?
- evet
- belki onun aşık olduğu biri vardır. onu kabul etmiyodur. o cümleyi söyleyip onu almıştır.
- ...

bir rüya ömür boyu

evden çıkarsam belki bir fırtına kopar. belki fırtınada kaybolur giderim. ama belki fırtına kopmaz. evden çıkarsam belki günlük güneşlik olur. ömrümün en güzel günü olabilir bu.
değer mi hiç, değer mi değer mi değer mi söyle.

sürebilir.

27 Ocak 2010 Çarşamba

ey ahali işte blogun son hali

sevgili arkadaşlarım, çok ciddi bir itiraz yoksa şablon böyle kalsın istiyorum. itiraz olursa çekinmeyin. bak aramızda lafı olmaz. yani ben böyle istiyorum diye peşin peşin yazdım diye bir çekinceniz olsun istemem. ama şunu da bilesiniz ki kırmızı çok güzel bir renktir. sizce de öyle değil mi? aksini düşüneniniz mi var? hayır varsa söylesin. yabancı mıyız, birimizin fikri öbürüne benzemiyor diye birbirimizi mi kıracaz. alt tarafı bir renk bir şablon. nedir yani. bugün böyle olur yarın başka türlü olur. ama ben böyle istiyorum. onu anlatabildim mi?

vedide hanımın tasarımı fevkalade şıktı ama benim gözümü ziyadesiyle yorduğunu ve kafamı karıştırdığı farkettim bir kaç hafta sonunda. inşallah ayıp etmiyorumdur. biraz ediyorum gibime geliyor. olsun seven kalpler hassas olur. ikimiz bir fidanın güller açan dalıyız. ama vedide bana dese ki yani jora senin bu yaptığın insanlığa sığmaz, yazıklar olsun dese ben de boynumu eğerim al sana kıldan ince kes gitsin kanlar fışkırsın sevgilim diye uzatırım önüne güzel bir aşk filmi sahnesinin birbirinden şahane kahramanları oluruz. bence yapabiliriz bunları. sonuçta insan.

25 Ocak 2010 Pazartesi

bu yazıların çerçeveleri olsa daha iyi olur*



o zaman gidip yatayım, kafamı topladığım zaman güzel güzel yazarım. Allah rahatlık versin.


*karışıyor böyle.

21 Ocak 2010 Perşembe

esma ül hüsna

----
esma o kadar güzeldi ki. gözlerimi alamadım.

20 Ocak 2010 Çarşamba

migren git başımdan


bir dizi sahnesinden:
-dün gece hiç uyumadım.
-adı neydi kızın?
-migren!


19 Ocak 2010 Salı

sen sus vesvese sen susma suad hiç..

----
Murat Menteş'in kıyağı

sizin de gördüğünüzü ya da yakın zamanda göreceğinizi bildiğim halde bu bağlantıyı neden kurduğumu merak ederseniz, kanıma bağımlılık yapıcı bir ses zerkedildi gibi. bu sesi duyduğumdan beri ben eski ben değilim. bu son zamanlarda sık sık olmaya başladı ve ben bundan korkuyorum.

emily wells, mohsen namcu ve şimdi de souad massi. hızlı hızlı kat çıkılıyormuş gibi bir his bir gökdelene. ya hesapsızsa, ya devrilirse.

18 Ocak 2010 Pazartesi

ben güldüm siz de gülün

Bir arkadaşım anlattı; ben onun (bunun) yalancısıyım.
Arkadaşıma da başka bir arkadaşı anlatmış.
Televizyonlardaki haber kanallarında koltuklarda oturup sürekli konuşan yüzler aslında hep orada tutuluyormuş. Her ihtimale karşı!
Televizyon ekranlarında ‘Son dakika’ yazılı bir bant görüldüğünde bunlar bazen sunucu eşliğinde bazen kendiliğinden bir şekilde
konuşmaya başlıyorlar ya, “Bunlar konuşmasa ne olur mesela?” diye aptal bir soru sordum arkadaşıma.
Ölürlermiş, ama onlardan önce asıl biz ölürmüşüz.
Mesela atıyorum (atan ben değilim, kendisi) Hayrabolu’da, Kurucaşile’de ya da Yeni Zelanda’nın güney doğusunda (artık orası neresiyse) ani bir toplumsal olay olsa ve bu olay televizyonlara yansısa biz sıradan insanlar olarak büyük bir panik ve endişe içine girmez miymişiz, bu koltuk yüzlerinden bir iki yorum dinlemeden evlerimizden çıkamaz, bırakın evlerimizden çıkmayı hacet için helaya bile gidemez hale gelmez miymişiz?
“Gelmez miyiz hiç! Biteriz biz biteriz.” dedim.
Programlar bittikten sonra stüdyoda dekorların arkasına tek sıra diziyorlarmış bunları.
Sabah görevliler işe geldiğinde önce stüdyoların ışıklarını yakıp bunların tozlarını alıyor
sonra kameraların önüne yerleştiriyorlarmış yeniden.
Her haber kanalının kendi koltuk takımı varmış, ama bazen kanalların bunları değiş tokuş yaptıkları da olurmuş. Devamlı kullanılanlar zaten demirbaşa kayıtlıymış.
Kanallar bunları bazen farklı renklerde karşılıklı diziyorlar, bazen ikili, üçlü şekilde yan yana değerlendiriyorlarmış, artık programın cinsine göre.
“Her şey bir yana. Dekoratif olarak bile çok hoş değil mi!” diyor, arkadaşım.
Tek itirazı şuna; bu koltuk takımlarının yüzlerinin daha sık değiştirilmesi gerekirmiş bu demokratik tüketim cumhuriyetinde.
Söyledikleri bana hayli enteresan geldi! Bir arkadaşım vardı, Hayli Enteresan. Onu da sonra anlatırım.

içlenme

----
bir arkadaşım olsaydı yanımda. sirkeci'den ortaköy'e yürüseydi benimle.

15 Ocak 2010 Cuma

yeni dünya

hayat çok değişti.

eskiden ısınmak için soba yakardık. şimdi kazara soba yanan bir evin olduğu sokaktan geçsek, kokusundan hangi ev olduğunu bulabiliriz.

annelerimiz bıkmadan usanmadan her gün 3-4 çeşit yemek yapardı. biz yemek yaptığımızda 'teşekkür' alıyoruz, büyük bir kıyak yapmışızcasına. en çok yemek yapılan evde bile sıkışılan anlarda bir kaç tuş kadar yakın olan yemekçi dostlardan yardım isteniyor ve bu hiç garipsenmiyor.

çalı süpürgeleriyle her gün ev süpürülür, silinir, toz alınırdı. zaten çalı süpürgesi tozun yerini değiştirdiğinden yerleri silmek, mobilyaların tozunu almak kaydıyla tozla bir yakalamaca oynanır, temizlik ancak öyle sağlanırdı.şimdi su filtreli ve elektrikli süpürgelerimiz var. tozu arasak da bulamıyoruz.

eskiden pazar sineması diye bir şey vardı. popcorn westwernleri de şarlo'nun filmlerini de pür dikkat izlerdik. şimdi televizyondaki filmlere yüz vermiyoruz. amerikada yayınlandığı gün internete düşen ertesi gün gönüllü çevirmenlerce altyazısı yüklenen diziler takip ediyoruz.

eskiden telefon edebilmek için en az yedi defa bir deliğe parmağımızı sokar tıırt tııırt diye çevirirdik. şimdi bir iki yazının üstüne parmağımızla dokunmak yeterli oluyor.

eskiden mektup yazardık. gerçekten.

eskiden var ya, çeşitli şekillerde işleri yaver gitmiş herhangi biri 'yazar' payesi alabilir bu payeyle hayatının sükse kısmını idame ettirebilirdi. yazanlar yayınevlerinde sigara tüttürürken yazmaz görünüp yazabilmek isteyenler onları ziyarete gelirdi. çıkan dergilerden birinde isminin baş harfleri görünse sen 'başka' biri olurdun artık. ya da öyle sanardın. hatta yazabilen tek kesimin o ismi yazılanlar olduğu bile sanılırdı.
fotokopi fanzin vardı bir de. o başka bir alemdi. bu da başka bir alem şimdi.

geçenlerde eski bir arkadaşım 'ben fotokopi fanzin severim' dedi. geri kafalı herif :) 'artık fanzin internet oldu' dedim. bana hak verdi. açık görüşlü herifmiş.

eskiden benim babam sanat sanat ayakkabı yapardı. onun sanatıyla ödüller de almış ağabeyi  bir gün ona şöyle demiş: 'nerede yapıyor olursan ol, işini iyi yaparsan seni bulur, takdir ederler.' bu cümle şimdiki zamanda sanıyorum daha kıymetli. herkes eteğindeki taşı ortaya döktü. yazmak da yayınlamak da kolaylaşmış gibi görünse de bana sorarsanız -ki ne gerek var aslında- sadece yayınlamak kolaylaştı. bunca yazılan şey varken ve bu denli geniş ve yüksek hızlı bağlantılar, artık bağlantılarını kullanıp 'ben yazıyorum' demek bir hayli zor. aralarından sıyrılabilmek, ortaya 'yeni' bir 'şey' koyabilmek.
bu yüzden edebiyat dünyamız artık 'dahi'lerle ruhlanacak. ve ben bunun iyi bir şey olduğunu düşünüyorum.

elimden geldiğince blogumuzu eski haline çevirdim. elim değmişken biraz renklendirdim. fakat ne yaptıysam yazar isimlerimize bir renk veremedim. onları görünür kılamadım. metinden ayıramadım.

dünya değişti. amerika ve avrupadaki  her on kişiden biriyle en az, aynı tarz kahve içiyorum. medine'de satılan çayı demliyorum mutfağımda.

kendim çalıyorum, kendim dinliyorum.

12 Ocak 2010 Salı

inglorious basterds-2

işin içinde yahudi meselesi, naziler filan olunca "ne diyor şimdi bu film bana?" temkiniyle seyrediliyor tabi. tarantino'nun her zaman söylenenlerden daha farklı bir şey söylemesini bekleyerek hata etmişim. gene de alışılagelmiş nazilerin yahudi soykırımı temalı filmlerle arasında bazı farklar var. birisi film boyunca ve özellikle de filmin sonunda yahudilerin nazilerden, hitlerden öclerini almaları. yani mazlumun intikamı vs.. ikincisi yahudilerin de amerikalıların da şiddetten o kadar uzak olmadıklarını, bu halleriyle nazilerden çok ayrılmadıklarını bir şekilde gösteriyor olması (yahudiler intikam alıyor oldukları için yaptıkları diğerlerininkine göre meşru duruyor gene de filmin anlatımı içinde).
ama ben anlamadım ne demek istiyor bu adam. sinemanın propaganda aracı olarak kullanılmasıyla istihza ettiği filmin kendisi propaganda sineması ürünü olmuş sanki. amerikada ve avrupada sinema sektörünün yahudi patronların elinde olduğunu da filmdeki tiplerin diyaloglarının arasına sıkıştırmış. ne bu, meşru gösterme çabası mı? filmi kişiliksiz buldum. onu da söylüyor olabilir, bunu da.. süleyman demirel'in kitlenin her kesimini tatmin etmek maksatlı zekice demeçlerini hatırlattı bana.
ayrıca şiddet'in en az miğdemi bulandırdığı tarantino filmi bu oldu. bir ara enfiye görünce sevindim, bir yakınlık hissettim :) apaçi aldo tipinin ve adamlarının italyanca konuşmaya çalıştıkları sahneye çok güldüm.
osman'a beraber seyretme teklifinde bulunduğumda "yahudi propagandasından sıtkım sıyrıldı, tarantino çekse seyretmem" diyerek reddetmişti. iyi de yapmış. seyretmiş bulundum, biraz eğlendim bile. ama artık bana da gına geldiğini iyice farketmiş oldum.

hoca, ben şunu anlamıyorum kendisi bu kadar zulüm görmüş bir millet nasıl olup da zulmedebiliyor böyle pervasızca? bu utanmazlık nereden geliyor?

11 Ocak 2010 Pazartesi

inglorious basterds-1

bir iki trailer'a ve (bir süredir yazarı olup hiçbir şey yazmadığım :P) ekşisözlüğe baktıktan sonra cesaretimi yokladım. evet yapabilirim dedim. kafa derisi yüzme sahnelerine dayanmak pahasına da olsa tarantino efendinin son filimini seyredebilirim.
aslında tam olarak şöyle: mecburen seyredicez, dur bakalım film bitince ne vaziyette bulacam kendimi aceba..
ben şahsen şiddet sevmiyorum. ama onun bile güzeli var. benim de güzelliğe zaafım var.

7 Ocak 2010 Perşembe

yeni kayıt

sayfanın bu halinde diğer hesaplarımdan giriş yaparsam ancak bittabiye yazabilir oldum. hani nerde bunun sağ üstte çıkan giriş yap, yeni kayıt bilmemneleri? nerde kumanda paneli? ayarlar nerde? hm? n'oluyor orda? hey!

6 Ocak 2010 Çarşamba

yanlışlıkla

şablonun içine ettim arkadaşlar. düzeltmeye uğraşıyorum. verdiğim rahatsızlıktan ötürü özür dilemeyi borç bilirim.

(epey uğraşıp şu gördüğünüz şablonu buldum. bence fena sayılmaz. ne diyorsunuz, kalsın mı başka bişey mi düşünelim? hatta dur anket koyayım kenara sonra da yatayım)

soru

bir orkidem oldu. beyaz. hediye. ama kimin kime hediye ettiği ve benim evime nasıl geldiği kısmı biraz karışık.

bu çiçeğe nasıl bakılır ki?

5 Ocak 2010 Salı

hırsızın eli kesilsin

zamanında ne kütüphanelerden ne ödünç kitaplar alıp geri vermedim. elimin kesilme zamanı geldi. okulda edebiyat öğretmenine "çocuklara bunları okutalım mı" diye verilen kitaplar edilen imalara karşın geri alınamadı. Bu beni sızım sızım sızlatırken yeni evimize gelen misafirler "kütüphaneniz ne güzelmiş" diye ellerini kumbaramıza daldırmaya başladılar. en acısını bugün yaşadım. yusufun sınıf arkadaşını annesiyle eve davet etmiştim. o da kütüphanemi sevdi. ben şiir okumayı çok severim dedi. bizim gibilerin kitapları konusunda ne kadar tırtıklı olduklarını bilmediği içinse komşudan bardak alır gibi yedi tane şiir kitabımı aldı. yedi tane aldı. yedi. eğer bize benzeseydi ona mani olabilirdim. yok yine olamazdım ama buna gerek kalmazdı. yedisini birden alamazdı. kitapları seçtiği andan itibaren tadım kaçtı. somurtmamak için çaba harcayıp durdum. o kadar içim acıdı ki - edip canseverim iki ciltlik başıyla bana bakıyordu gfena fena- bu kornişime de yansıyıp olduğu yerden koptu ve üzerimize düştü. sadece bir kez yedi kez değil. neden geri getirmesin ki hem?

bir blogtan alıntılanmıştır -düzeltme yapılır mı buna hiç-

Boris: “merhaba arkadaşlar, çıkmaza düştüğümüz her konuda foruma soracağım sanırım artık, bizim kızımız yaklaşık 1 haftadır, evde gizli kapaklı kuytu yerlere geçip deli gibi eşiniyor, yorulup nefes nefese kalıncaya kadar tıkır tıkır sürekli yapıyor bunu, biz sesler aşağyı rahatsız etmesin die seslenip yanımıza çağırmasak belki devam edecek, eskiden de yapardı, iki tıkırdar sanki yuvaya girer gibi kıvrılır yatardı ve bunu içgüdüsel olduğunu okumuztum bir yerde, peki bu kadar şiddetli kazamaya çalışması normalmidir? işin kötüsü bu tıkırtılara alt kat komşumuz çok dayanamayıp çıkacaktır şikayete yakında, nasıl engelleyebiliriz?”

Paker: “kazma ihtiyacı duyuyo olabilir bunun nedenlerinden biri fazla dışarı çıkarmıyosanız tırnaklarını törpülemek kesmek için yapabilir veya gene dışarı fazla çıkartmıyosanız köpeğiniz dışarda kumları eşelemek istiyo evde oldu içinde bunu evde yapmak zorunda kalıyo bence kum olan bi parka gidin parkta salın istediği kadar kazsın eve gelince bidaha yapcanı sanmıyorum tabi huy edinmediiyse..”

Cissi: “Bizimkide yapardı bir ara taşa sonra pat die yatardı ama biz şanslıydık altımızda kimse yoktu. :)”

Frkk: “Tembel ırkların en önemli aktivitesidir aslında eşinmek, yattığı yerden :) Bizimkide ingiliz bulldog tan üretilmiş bir ırk, bizimde devamlı biryerleri kazmak gibi sorunumuz var ama neyseki minderinden ibaret :)”

Boris: “sanırım yukarda bahsi geçenleri hepsi birden geçerli olabilir :)
memeleri pek bi büyük büyük ve kaçırır gibi oyuncak saklama derdi var, sahte gebelik gibi bişiy olabilir, eşindiği yerler hep soğuk yerler, taş gibi, fayans gibi motoru soğutmak için eşinip eşinip üstüne yatıyor olabilir, bide zaten tembel :) çok teşekkürler anormal birşey olmadığı kesin, bu sahte gebelik olayını ilk defa duyuyorum (zaten toplamda 7-8 aydır bir köpek sahibiyiz) için sanırım biz sahiplerinin yapacağı birşey yok değil mi bekleyeceğiz geçecek?”

(bir forumdan seçme, düzelti yapılmamıştır)

3 Ocak 2010 Pazar

link

http://www.yosunbaba.com/
ortak bir kitap okusak diyorum. hemen hemen aynı zamanda. süreyi uzun tutsak diyorum. biraz yavaş okuyorum.

hadi ya hu.