26 Eylül 2008 Cuma

Kadir gecesi

Bugün, uzun zamandır bir şeyler yazamadığımı düşünüp zihnime baltalar indirirken Kadir, kadrini gösterip bana bir bohça bıraktı. Yavaşça düğümünü çözdüm bohçanın içinden eskinin baharatlı kokusuyla sarmaş dolaş olmuş muhteşem bir dua çıktı. Fuzuli üstadın, yani yazmanın sihri eline bulaşmış olan o efendinin duası: "Ey, Arap Acem ve Türk milletlerine feyiz veren Tanrım! Sen, Arap kavmini dünyanın en fasih konuşan milleti yaptın! Acem fasihlerinin ise sözlerini, İsa nefesi gibi, cana can katan bir güzelliğe ulaştırdın! Ben Türküm ve Türkçe söylemek istiyorum!. Tanrım benden iltifatını esirgeme!" Amin

25 Eylül 2008 Perşembe

vermek istemeseydi, istemek vermezdi*

dün teyzemin kızı Betül, kızı ve eşi Fatih sürpriz bir ziyarette bulundular evimize, şeref verdiler. zil çaldı, kapıyı açtım, Fatih gülümseyerek elindeki paketi uzattı: "fatih sarması istemişsin ayşe, buyur".

üstelik ben fatih sarması denen şeyden yıllardır yememiştim, öyle çok da sevmezdim eskiden. iki hafta önce birdenbire canım isteyene kadar dünyada böyle bir tatlı olduğunu bile unutmuştum.

artık konuşmakta hiç olmadığı kadar çok güçlük çekiyorum. malesef bu hayatımı değiştiren hadiseyi bütün letafetiyle anlatmaktan acizim. ama not edilmesini istedim. unutmaktan korktuğum için.
bir de fatih sarması, Fatih gitmiş almış o kadar işinin arasında Fatih'ten. bir fatih'ler deryası içinde izhar edilen ism-i latif'in cilveleri:)


*Said Nursi

23 Eylül 2008 Salı

dengesiz

Zekanın, bir kavramın ilk akla gelen haliyle değil de çağırışımlarını düşünmekle zenginleştiğine inandığım için yıllarca "normal bir dili" red ettim. Sonunda tüm kelimeler, mefumlar, olaylar ilk ve belkide asıl manalarını kaybetti. Bu başta zararsız gibi görünürken, hayatın içinde rollere sahip olan beni ( anne, eş, evlat, kardeş...) gittikçe ahmak bir hale soktu. Bir şeyi kendisi olarak algılamaktaki beceriksizliğim yüzünden yaşamın içinde fazlaca romantik kaldım. Belki on sekizindeyken cazip görünen bu hal, otuzumda sırıtmaya, beni yaşadığım eve gömmeğe başladı. Hayatta denge istemenin nasıl da büyük bir anlama gedliğini kavramaya başladım. Denge istiyorum. Zira bunun için dua istiyorum.

22 Eylül 2008 Pazartesi

çekim merkezi

bir büyüğünün sözünü dinleyip yıllarca her namazından sonra "Allah'ım beni Fatih Sultan Mehmed Hazretleri'ne komşu et" diyerek dua eden annaneciğimden ders alıyorum. annanem ömrünün en az kırk senesini o dünya güzeli Fatih Camii ile arasından incecik bir sokaktan başka bir şey geçmeyen evinde geçirdi. cenazesi de Fatih Sultan'ının huzurundan kaldırıldı. inanıyorum ki cennette de komşudurlar.
annanem Zehra Hanım'ın tertemiz duası sayesinde çocukluğumun çok günleri bisikletle Fatih Camii'nin avlusunda dolaşmak, taşlarını binlerce adımlamak bana da nasib oldu. bir de Sultanahmet'in avlusunu çok severim. ama Fatih Camii avlusu benim doğup büyüdüğüm evim gibi gelir, yuva hissi verir bana hep. özlerken de öyle özleniyor.
şimdi (30 sene sonra) buradan ancak bir ders çıkarabildim.
amin de istiyorum..

16 Eylül 2008 Salı

can çekmesi

şu üç gündür canımın fatih sarması çektiği kadar, hamileyken ekşi erik çekmemişti canım. bir de kısmet pidecisinden peynirli pide istiyorum. ama şartlarım var: her ikisi de yerinde yenecek.
sevgili ramazan.. sanki sen bir tek istanbul'a gelmişsin de ben de burada hayalinle meşgulmüşüm hissine kapılıyorum her sene. uzaktan bile güzelsin, o da başka yüzü..

15 Eylül 2008 Pazartesi

çok yalnız kalmak istiyorum.

11 Eylül 2008 Perşembe

Bir “Fatiha” isteyen yazı

Ağır çekimde bir yaz günü. Babamı birkaç saniyeliğine görebileceğim. Hastahanenin merdivenlerini çıkıyorum. Bir basamak, iki basamak, üç basamak, dört basamak, beş basamak, altı basamak....Yoğun Bakım’ın kapısından içeriye girdiğimde belli belirsiz sesler cimcikliyor beni. Ne kadar da temiz bir ünite. Hayatın lekelerinin, ekşi kokularının, tozlarının içeriye sokulmasına müsaade yok. Halbuki babam geçen hafta evi badana ettirmişti. Pantolonunda boya lekeleri, avuçlarında tiner kokusu vardı. Yoğun Bakıma girerken ondan yaşama dair bu izleri temizlemiş olmalılar. Ağzındaki çay tadı bir sürü ilaçla sökülmüş olmalı. Çay tiryakisi bir adamı iki gündür tuhaf gazlarla iğnelerle besliyorlar. Hala yürüyüyorum. Birazdan camekanın ardından göreceğim onu. Soluk alıp verişi zelzeleyi anımsatacak. Bedeni, içeriye bir nefes çekebilmek için baştan aşağıya eğilip bükülecek. Beş yaşımdayken güvercinlere yem attığımız güzel bir yaz günü yanımda bitecek o an. Bir sürü kanat sesi kulağımda kımıldanacak. Babamın soluk alıp verişindeki hırıltıya karışacak onca güvercin.
Cenaze günü eve doluşan akrabaların, misafirlerin, “Başınız sağ olsun” cümlelerinin, Fatihaların arasında kalacağım. Gelenlere dağıtılan kuru pastalara bakıp: “Babama ayırdınız mı?” diye soracağım. Herkes duymamazlıktan gelecek. Ağlayacağım. Üç aydır hayatın bana kaşık kaşık yutturduğu saçma sapan bahaneler yüzünden babamı ziyarete gelmediğim için, takkesini sağa sola çekiştirmesini bir daha göremeyeceğim için, gülerken yüzündeki kırışıklıkları savurup bir oğlan çocuğuna benzeyen tek kişi olduğu için...
Şimdi onun selasını dinleyeceğim pencereden. On üç yaşında gurbete çıkmış, sokaklarda yaşamış, dondurmacılık, inşaat işçiliği, bahçıvanlık, fabrika işciliği, seyyar satıcılık gibi bir yığın işe girmiş, Türkiye’nin pekçok şehrine kamyonların arkasında gitmiş, bekar otellerinde kalmış, evlenince düzenli bir hayatla kendini düğümlemiş, gerçekten ziyade hikayeye benzeyen bu mavi gözlü adam için minarede sela verilecek. Evinin içindeki, kapısının önündeki onca insan sela başlayınca ocağın altını kısar gibi konuşmalarını, ağlamalarını fısıltıya çevirecek. Sanki selayı camii hocası değil de babam okuyacak. O hırıltılı sesiyle dünyaya son kez seslenecek. Helalleşecek. İçimizdeki bir jilet aşağı yukarı hızla hareket edecek o an. Bedenlerimizin içine dalan bir terorist gördüğü her yapının altına bomba koyacak, karşılaştığı her canlıyı boğazlayacak... Ve ben artık babasız bir kız olacağım.
Tabutu evin önüne geldi. Altı yıl kadar önce babam bir karga yavrusunu donmasın diye karton kutu içinde böyle eve getirmişti. Tabuta benzeyen bir kutuydu. Buz gibi bir kıştı. Ayakkabıları su çekmişti babamın. Yün çoraplarının uçları ıslaktı. Şimdi güneş parıldıyor. Edilen duaya amin derken başımı önüme eğiyorum. Evlendiğim gün çekilen aile fotoğrafındaki babamın verdiği poza benziyorum bu halimle. Tüm aile gülümseyerek objektife bakarken ağlayarak boynunu büktüğü için yüzü gözükmemişti babamın. Gerçek acının fiyakalı hiçbir yanının olmadığını anlıyorum aniden. Sadece “Rabbim” diyebiliyorum. “Rabbim canım Rabbim...” Uzayan sakallarını makasla düzeltirken babamın gülümseyerek söylediği: “Diğer tarafta traş derdi olmayacak” cümlesini üzerime alıp sıkı sıkı sarılıyorum. “Diğer tarafta inşallah bir derdi olmasın babamın, Rabbim, canım Rabbim. Amin”

Çok hafif bir yağmur atıştırıyor. Erkekler mezarlığa doğru hareket ediyor. Mıknatısın demir tozlarını sürüklemesi gibi bir sürü adam otomobillerine binip cenaze arabasının peşine düşüyorlar. Geride kalan kadınların gözyaşları onların ardından dökülen bir tas suya benziyor. Anneme bakıyorum o an. Kırışıklıklarının ardına saklanan acıyı görmeye çalışıyorum.

Bir hafta sonra kazaklarını, pantolonlarını, gömleklerini, ayakkabılarını ihtiyaç sahiplerine vermek için çıkarıyoruz dolaptan. Çok fazla değiller. Yeşil hırkasını ben alıyorum . Tüm kış giydiği, camiye onunla gittiği, bazen kanepede onunla uyuya kaldığı yeşil örme bir hırka. İyice yıpranmış iş gömleğini kimseye veremeyeceğimiz için atmaya karar veriyoruz. O bu gömlekle sokakları süpürür, tamirat yapar, evin çatısını düzenlerdi. Bir kaç saat sonra çöpe giden gömleğe bir çingenenin eli dokunuyor. Delik deşik bir gömlek. Üzerinde çalışmanın kalın kokusu var. Çingene sağa sola iyice çekiştirdikten sonra işine yaramayacağına karar veriyor ve kenara atıyor gömleği. Gömleğin kolu konteynırdan dışarıya sarkıyor. Kareli mavi bir gömlek kolunu rüzgar sağa sola itiyor. Ablam koşarak konteynırdan kurtarıyor gömleği, ben de akşam gidip o konteynırı tekmeliyorum. Attığım her tekme aynı zamanda geçmişimin yüzüne çarpıyor. Geçmişteki hatalardan, terbiyesizliklerden, kendini bir şey zannetmelerden oluşan yüz kan içinde kalıyor. Morarmış gözler, patlamış dudak, kanayan buruna bakıp, “Neden bu kadar bencildin? Neden hep babanın seni anlamasını, dinlemesini, onaylamasını bekledin, neden bir kere de sen denemedin?” diye bağırıyorum ona.

Mezarlığın başında Kuran okuyoruz. Burası yeni bir mezarlık. Yeşil ve sakin. Babamın sağken yaşamak istediği yer onun göçmesinden sonra tam burada yaratılmış gibi. Rüzgar esiyor. Toprağının üzerine düşen tozları temizliyorum. Babamın keyifli bir hayatı olduğunu söyleyemem. Zor bir yaşamı oldu. Aradığı ama bulamadığı bir şey onu kendi içine sürükledi durdu hep. Ailemizin içli dışlı, gürültülü, kahkahalı, kalın ilişkilerine katılamayışım, yabaniliğim sanırım bana babamdan şırınganlandı. Hep bir şeyin eksik olduğu hissini ondan devraldım. Allah’ım ona aradığını, senin onda görmek istediğini şimdi ver. Rabbim babamı bağışla. Amin.

Eşim iki üç gün önce babamı beyazlar içinde beş yaşlarında bir çocukla el ele yürürken görmüş. Babam hakkında görülen en sevdiğim rüya bu. Ben onu, üç aydır, ağabeyim ise sekiz aydır göremiyorduk. Müthiş bir vicdan azabı öldürücü nefesini yüzümüze üflüyordu. Sanırım o beş yaşlarındaki çocuk Davut. Beş yaşında ölen kardeşimiz. Evlat hasretiyle giden bir babayı Allah ne güzel teselli ediyor. Rabbim onu affet. Sen onu doldurduğu günah sevap defterlerine göre değil, merhametinle karşıla. Amin.

Not: Babam Rüstem Sevim için bir Fatiha gönderenlerden Allah razı olsun.

6 Eylül 2008 Cumartesi

pratik bilgi

beyni pişirmeden önce yapmanız gerekenler:
önce soğuk suda bekletip, sonra ince zarını soyun. eğer zar kolay ve düzgün bir şekilde çıkmıyorsa bu, beynin bayat olduğunu gösterir*

*takvim arkasından alıntı.

2 Eylül 2008 Salı

?

şu anda hayatımın en büyük sorusu, bu ayşe'nin bu sayfaya bu müzikleri nasıl eklediği? bi çözebilseydim, sayfayı müzik manyağı yapacaktım. ama belki de bu yüzden, bilemedim, bulamadım.
ümitle ayşe'nin bana öğretmesini bekliyorum.
çok öpüyorum.

2 ramazan 2008

mercan dede mercan dede diye yıllardır duyuyorum. tipini tuhaf bulduğum için de dinlemeye yeltenmemiştim şimdiye kadar. bu sabah "nefes" albümünü indirdim. hiç de fena değil.
iftar için maklube yapmaya niyetlendim. nihayet havalar serinledi. dağ gibi ütülük çamaşır birikti. yetişirse ütü de yaparım bugün diye düşünüyorum.
derviş ve ölüm elime yapışan kitaplar arasında yerini aldı. son 100 sayfada takıldım. okuyamıyorum. halbuki güzel de kitap. neyse başka kitaba geçicem artık, pes ediyorum. sonunu da ayşe bana anlatır.
aslında hep susmak istiyor canım. ama yazayım gene de. çünkü uzun süre sustuktan sonra konuşmak icab ettiği zamanlarda normalde olduğundan daha kötü saçmalayabiliyorum. o yüzden de işte bu havalardan sulardan bahsettim.
bir de uzun hava ikram ediyorum buyrunuz:

beni kör kuyularda merdivensiz bırakmadın
denizler ortasında bak yelkensiz bırakmadın
ah.. öylesine kurdun ki bütün inançlarımı
beni sensiz bırakmadın, beni bensiz bırakmadın

1 Eylül 2008 Pazartesi

efendi efendi bekliyoruz..