29 Aralık 2007 Cumartesi

ibrahim abi nam-ı diğer "baba"

ibrahim abiye dert yanıyorum biraz. öyle çok uzun uzadıya değil, ucundan kıyısından. şimdi. aklıma çamlıcadaki evin salonunda tarçınlı çayın kokusu eşliğinde ve olanca kitap arasında sabaha kadar süren dertleşmelerimiz geldi.. ama ona bir şey diyemedim.

ne kadar dertleşiyor olsak da, kıyamadım ona, hatırlatamadım o zamanları..

17 Aralık 2007 Pazartesi

ismin susma hali

yazamıyorum bişey. konuşmak da istemiyorum. mümkünse biraz gökyüzüne çıkıp bir müddet sonra geri inmek istiyorum.

13 Aralık 2007 Perşembe

aşk

görmeyi fena halde istediğim bir şeyi gördüğümde emin olamıyorum: görüyor muyum hakikaten, gördüğümü mü sanıyorum.
çok istemek gerçeklik algısını sarsabiliyor, sersemleştiriyor insanı.

dert değil

anneme temizliğe gelen emriye abla var. 5 çocuğu var, en küçükleri ikiz. haftanın en az beş günü temizliğe gidiyor. ufacık bir kadın. yıllardır tanıyoruz, çok seviyoruz kendisini. geçen hafta birlikte yemek yerken ona kendimce büyük gördüğüm saçma sapan sıkıntılarımdan bahsettim vıdı vıdı.
-dertlerin dert değil ayşecim, dedi en sevimli haliyle. yani bana "sen de bunları mı dert ediyorsun şımarık insan, rahat batıyor herhalde" der gibi değil de "sevdiğim bir insan olduğun için dertlerinin büyütlmeyecek şeyler olduğuna seviniyorum" der gibiydi.
sahiden öyle. dert değil dert sandıklarım.
eksik olmasın emriye abla.

7 Aralık 2007 Cuma

badire

yüzüm sivilce döktü. son halimle her zamankinden perişan görünüyorum. korkuyorum sonum kötü olacak. gene başladım kendimden tiksinmeye. kendisinden tiksinen biri olmak da bana ayrı bir tiksinçlik katıyor. böylece katlanarak tiksinçleşiyorum.
aynaya taş atmak-yüzümü parçalamak arasında kararsızım.

4 Aralık 2007 Salı

öyle çok unutuyorum ki. herşeyi. bazen de unutmakla kalmayıp karıştırıyorum. bu unutmaktan da beter. hatırladığını sandığın bir şeyi yanlış hatırlıyor olmak..

dün o'na görüşmesinden hoşlanmadığım bir kişiyle görüştüğü için tafra yapmak üzereydim ki, o kişinin görüşmesini istemediğim kişi olmadığı ortaya çıktı. bunamış gibi hissettim kendimi.

insan hafızasına güvenemezse neye güvenebilir ki? gerçeklik burada alıp başını gider her şey bir yanılsamadan ibaret kalır. hafızan yoksa yaşadıkların da yoktur. sen de yoksundur.

3 Aralık 2007 Pazartesi

traveled the world and seven seas

Hala korsanlar varmış denizlerde. İki teknenin arasına ağ gerip pusuda bekliyorlarmış. Gemi ağa takılınca ağı tutan tekneler kendiliğinden geminin iki yanına yanaşmış oluyormuş. Sonra böyle ucu kancalı uzun halatları oluyormuş bunların, sallayıp gemiye saplıyorlarmış kancayı. İplere tırmanarak güverteye çıkıyorlarmış sessiz sessiz. Ellerinde kamaları filan oluyormuş, paraları alıp gidiyorlarmış genelde. Bazıları da filikaları çalmaya geliyormuş. Tanesi beşbin dolardan iki filika iyi para ediyormuş. Yakalanınca da birbirlerini hiç ele vermiyorlarmış. Kendi aralarında kuralları varmış (the code!).
Zekeriya kaptan anlattı bunları. İtalya'da hamsi bulunduğunu da söyledi. Ama iyi olmuyormuş oraların hamsisi. Zekeriya kaptan babamın İsmail amcasının oğlu. Et yemez hiç, evine telefon bağlatmaz. Karısı onu terkettiğinden beri yalnız yaşıyor. Oniki yaşında ölen oğlunun mezarına gidip geliyor tek başına sık sık. Bir de babamın dağ başında yaptığı inşaatına yardım ediyor. Çok becerikli bir adam aslında, ama bu hafta sonu bir duvarı eğri ördüğü için babam ona kızdı. Birşey olmaz, sıvayla düzeltiriz, pizza kulesi de eğri ben gördüm dedi. Sahiden görmüş. Belki de bütün dünyayı görmüştür. Kaptan olunca...