5 Mayıs 2008 Pazartesi

sapkının seyir defteri

okuduğum, izlediğim şeyleri buraya not edeyim de unutursam geri dönüp bakabileyim.
filmin adı crash (çarpışma) 2004'te yapılmış. ben yeni seyrettim. Poul Haggis yazmış yönetmiş. çok beğendim. zenci kadının araba yangınından kurtarılmaya çalışıldığı ve küçük kızın vurulduğu sahnelerde ağladım. hatırladığım kadarıyla en son kill bill 2'de bill'in kalbine ölümcül darbe indirildiği anda ağlamıştım. filmlerde çok zor ağlayan bir insan olmamakla birlikte kendimce bir seçicilik politikası gözetiyorum.
filmde olayların bir akışı yok da hayat parçalarının birbirleriyle orasından burasından rengarenk ince kimi zaman kalın ipliklerle birbirlerine bağlanması suretiyle örülmüş güzel bir doku olmuş. amerikadaki ırkçılık meselesini her açıdan kavrıyor insan. bir de amerikan history x vardı. onun da konusu ırkçılıktı sanırım. edward norton'umuzu o filmde bir daha sevmiştik fight club'dan sonra. aslında fight club daha sonra çekildi. en sevdiğimiz bir filmdir hem de.
bir de bugün chocolat'ı seyrettim. 2000'de çekmişler.
o juliet binoche'un zerafeti, o hanım hanımcık halleri.. minicik elleriylen çikolataları böyle tıngır mıngır karıştırmaları olsun, hayattan alınabilecek zevkler, hayattan alınabilecek zevklerden korkan insanlar, bir yerlere sığamamak, kurallara uyamamak, ama bir de kuralları zevkli bir uyum içine sokabilirsek nasıl da mutlu olabilmek ile ilgili konusu olsun... beğenimi kazandı, içimde kiloş etekler giyip fır fır dönme arzuları uyandırdı film. yalnız amerikan sinemasında hayatı güzelce yaşamak ile dinin birbirlerine karşıt şeyler olarak karşımıza çıkartılmasının bir örneği olması açısından da biraz gıcık oldum filme. görüntü yönetmeni ben olsam daha iyi bir iş çıkarabilirdim ayrıca böyle bir malzeme ile. o kadar söylüyorum. johnny depp de bir ara geldi gitti (sonra gene geldi, üzülme ;)). 1979 yapımı hair'da george berger diye bir tip vardı onu hatırlattı bana oynadığı karakter (reux). Çok sevmiştim o adamı ben. 13 yaşındayken fimi belki yüz defa seyretmiştim. yanlışlıkla vietnama gidip orada ölen savaş karşıtı bir hippiydi. let the sun shine in let the un shine in kafamda çınlayıp durdu yıllarca. kişiliğimi kurarken araya karışan tuğlalardan birisiydi. ama adamın son haline baktım o
zamanlar tabi yirmilerinde filan. şimdi olmuş dede.
bir de guguk kuşu vardı yüz defa izlenen filmlerimden, mc murphy (sağda) karakteriyle beni benden alıp yeni bir ben yapan. normal nedir, deli nasıl olunur, delilikle nasıl güzelleşilir onu anlatır. aslında ben önce kitabını okumuştum bunun. ken kesey yazmış. gene yaşım 12 13 filan. aşık olmuştum bu hayal adama. çok iyi hatırlıyorum kitabın son sayfalarında ellerimin titrediğini . sonra günlerce uyuyamamıştım.

Hiç yorum yok: