19 Haziran 2013 Çarşamba

Mustafa Uğur

Buraya yazacak olmasaydım tarihi de bilmiyor olacaktım. Tarihi bilmeseydim bugünün çok kıymetli küçük kardeşimin doğum günü olduğunu bilemezdim. İyi ki burası varmış. İyi ki canım yazmak istemiş..

Madem öyle, biraz kardeşimden bahsetmek istiyorum. Siz ikiniz kendi gözlemlerinizle belki de bana anlatacak kadar tanıyorsunuz onu. Ama amacım onu tanıtmak değil. Yazmak istiyorum. 20 gündür düşünmeye zorlandığım şeylerin haricinde bir şeyler..

O gelmeden önce çok zor günler geçirmiştik. Anneciğim büyük büyük ameliyatlar olmuş, ölümlerden dönmüştü. Daha gençti annem, ben küçüktüm. Bu ameliyatlardan birinin hediyesi annemin diyaframının -içi yıkanırken kullanılan kimyasallar sonucu- doktorun tabiriyle "ıslak balon gibi" büzüşmesi olmuştu. Bununla beraber çok güzel genç bir kadının iki adım attıktan sonra nefessiz kalıp durmasını, biraz su içip yeniden iki adım atmasını düşünün. İşte durumlar böyleydi o gelmeden önce. Sonra bir doktor bey çok güzel bir şey önerdi anneme. "Biz yeni bir ameliyatla içine balon gibi bir şey koyup günden güne onu şişirip diyaframının açılmasını sağlayabiliriz ama bu çok da iyi bir şey olmaz. Ya da sen hamile kalıp bir çocuk doğurabilirsin. Doğal yollarla diyaframın kendiliğinden açılır." gibi bir şeydi üç aşağı beş yukarı. Ailemizin yedinci ferdi, beşinci çocuğu işte böyle istenen bir çocuktu. Annemin gebeliğine babam, annem ve biz dört kardeş çok sevinmiştik. Annem her geçen gün daha iyi oluyordu, yüzümüzde güller açıyordu.

Annemle babamın akşamları yürüyüşe çıkmaları geldi şimdi aklıma. Hem yürüyüş yapıyor hem de annemin o sıralar yemekten usanmadığı kaymaklı ekmek kadayıfı yapan tatlıcıya gidiyorlardı. Döndüklerinde ellerinde paketler oluyordu..

O zamanlar tıp fakültesinde okuyan ablamla annem o gün fakülteye kontrole gitmişlerdi. İyi ki de gitmişler. Kardeşimin kalp atışları zayıflamış, durum tehlikeli bir hal almış falan filan.. Daha doğmasına bir ay vardı aslında. Sekiz aylıkken doğdu. İstanbul'da, Şehremini'de, İstanbul Tıp Fakültesi'nde dünyaya gözlerini açtı, tıpkı ben ve diğer kardeşlerim gibi.

Babam akşam işten döndüğünde kapıyı ben açmıştım. "Baba oğlun oldu" demiştim. Hiç unutmadım yüzündeki ifadeyi.

Hastanede kardeşimi ilk gördüğüm anı da hiç unutmadım. İsmi Mustafa Uğur olacaktı. Üzerinde sarı renkli bir tulum vardı. Belki ondandır isim olsun, sıfat olsun "uğur" kelimesinin rengi sarıdır benim için. Hep.

Onu ilk gördüğümde rengi neredeyse mordu. morlu sarılı. Oksijensizlik ve sarılık ne hallere getirmişti çocuğu.. Sonra çok sevimli bir bebek oldu. Güler yüzü, gamzesi, bukle bukle sarı saçları, pırıl pırıl bakan gözleriyle..

Saçlarını ilk ben kesmiştim, dün gibi hatırlıyorum. Daha iki yaşında bile değildi. Odanın ortasına koyduğumuz büyük mavi leğenin içindeki küçük sandalyeye oturmuştu. Saç kesimi bittiğinde eline tarağı alıp leğendeki saçlarını taramıştı :)

O benim en iyi arkadaşlarımdan biri oldu. Daha minicik bir çocuk gibi görünürken uzun yürüyüşlere çıkardık beraber. Yol boyunca pek çok şey hakkında fikirlerimizi söyler sohbet ederdik. Çok keyifliydi gerçekten de..

---------------------

Bunları yazarken fark ettim ki, doğumundan itibaren takip ettiğim bir hayat var önümde. -Allah hayırlı, uzun ömürler versin..- Yazacak gücüm var. Ama şimdilik buraya değil.

--------------------

Kardeşim, bugün yirmi bir yaşında. Yirmi bir yıldır onu her gün daha artan bir sevgiyle seviyorum. İnsan kalbi, muazzam bir şey. Bunu yine onun vesilesiyle anlıyorum.

Mustafa Uğur! İyi ki doğdun!

2 yorum:

gazoz kapağı dedi ki...

vay arkadaş, mustafa gibi kardeşim olsun çamurdan olsun diyesim geldi. uğurlu mustafa, benim için de artık sarı uğurdur. zaten öyleydi sanki, yoksa değil miydi? ne önemi var. sokaklar bizim. o yüzden çıkmıyoz zaten. seni seviyoz mustafa. doğum günün kutlu olsun. helal (haramı sevmeyenler kulübu)

jora silverstone dedi ki...

ben de küçücük zamanlarını dün gibi hatırlıyorum. maşallah büyüdükçe daha da güzelleşiyor, büyüdükçe büyüyor ;)