11 Haziran 2010 Cuma

hastane

karşımda ouran kızın kucağında iki küçük çocuk. özenle anlattı. bakıcıymış. üç katlı hani lüks bir villada. çalıştığı yerdeki kadının çocuklarıymış bu ikisi, diğeri kreşte. yanında çalıştığı kız çok sinirli olduğu için gelmiş doktora... kelimeler özenle seçiliyor. hiç şikayet etmeden habire şikayet ediyor bakıcı kız şöyle duyuyorum cümleleri. "bulmuş da bunalmış. güzelim ev, ard arda sağlıklı üç çocuk, çok seven bir koca, hem şirketi de var, şimdi de hastanedeyiz neden çok sinirli haspa, çalışmıyor tabii, evde..." Herkes tanımadıkları o kadını nankör buluyor. birazdan çıkıyor muayeneden kız. ayol çocuk bu. üniversiteyi bitirip - muhtemelen özel bir üniversite- ard arda birer yaş arayla üç çocuk dünyaya getirmiş küçük bir şey. muhtemelen bakıcı kızın fesadlığını dahi anlayamayan, birden bire kadın olmanın altında büzelen bir yaratık...
kimse kıza acımıyor. ne de olsa o bir nankör. diğeri mi, hani sayesinde bir iş sahibi olduğu, evine ekmek götürdüğü bakıcı kız? o nankör olur mu? o değil canım...

2 yorum:

jora silverstone dedi ki...

bana oyle geliyor ki bir insanın dünya nimetleriyle kuşatılmakla tatmin olması, olamamasından daha sakat bi durum. eskiler beddua edecekleri zaman "Allah sana nefsinin lezzetini tattırsın" derlermiş. bazen evet nankörlüğe varabiliyor, nimetin kadrini bilip şükretmemek şeklini alabiliyor ama bazen de işin rengi başkadır. bizim de bir eksiğimiz yok hamdolsun ama içimizde yaralar kanar kanar.. nankör müyüz? :muhtemelen. ama belki biraz da başka şeylerdir.. belki de düz nankörüzdür. rümdür. burada da tek başıma olabilirim. işte bu aralar herşeyherzamankinden daha muğlak geliyor.
(bkz: entry gibi yorum yazmak )

gazoz kapağı dedi ki...

düz nankör. bunu muska yapmalıyım. pascal öldüğünde üzerinden filozofların değil peygamberlerin anlattığı tanrıya inanmak istiyorum yazan bir pusula çıkmış. sanırım öyleydi. insan bunun acısını çekmeden bunun kıymetini anlayamıyor belki. bilmiyorum