30 Ocak 2010 Cumartesi
bu da böyle bir sevinmemdir
29 Ocak 2010 Cuma
açı

bir açıdan bakılırsa pisa kulesi eğri değildir. bir açıdan da tepetaklaktır. senin kendi açın ne? kendi bacağından asılmış bir koyun musun sen? ensesine vurulup ekmeği alınmış boynu bükük emrah mısın? ceylan mısın? küçük ceylan? ne işin var pisa kulesinin önünde yavrum senin? anan baban merak eder evine dön, geç oldu.
Salinger, sen ölecek adam mıydın?
Ayyuka çıkmış ama kimse görmemiş.
91 iyidir. 90'dan da 92 den de..
91 yaşında ölmüş.
Harbiden mi? Harbiden ölmüş.
Salinger, sen ölecek adam mıydın?
Şimdi müsade edecek misin yazdıklarının basılmasına? Bize bir yumruk atacak mısın?
28 Ocak 2010 Perşembe
senin cümlen
- gerçekten mi?
- evet
- belki onun aşık olduğu biri vardır. onu kabul etmiyodur. o cümleyi söyleyip onu almıştır.
- ...
bir rüya ömür boyu
27 Ocak 2010 Çarşamba
ey ahali işte blogun son hali
25 Ocak 2010 Pazartesi
bu yazıların çerçeveleri olsa daha iyi olur*
21 Ocak 2010 Perşembe
20 Ocak 2010 Çarşamba
19 Ocak 2010 Salı
sen sus vesvese sen susma suad hiç..
Murat Menteş'in kıyağı
sizin de gördüğünüzü ya da yakın zamanda göreceğinizi bildiğim halde bu bağlantıyı neden kurduğumu merak ederseniz, kanıma bağımlılık yapıcı bir ses zerkedildi gibi. bu sesi duyduğumdan beri ben eski ben değilim. bu son zamanlarda sık sık olmaya başladı ve ben bundan korkuyorum.
emily wells, mohsen namcu ve şimdi de souad massi. hızlı hızlı kat çıkılıyormuş gibi bir his bir gökdelene. ya hesapsızsa, ya devrilirse.
18 Ocak 2010 Pazartesi
ben güldüm siz de gülün
Bir arkadaşım anlattı; ben onun (bunun) yalancısıyım.
Arkadaşıma da başka  bir arkadaşı anlatmış.
Televizyonlardaki haber kanallarında koltuklarda  oturup sürekli konuşan yüzler aslında hep orada tutuluyormuş. Her ihtimale  karşı!
Televizyon ekranlarında ‘Son dakika’ yazılı bir bant görüldüğünde  bunlar bazen sunucu eşliğinde bazen kendiliğinden bir şekilde
konuşmaya  başlıyorlar ya, “Bunlar konuşmasa ne olur mesela?” diye aptal bir soru sordum  arkadaşıma.
Ölürlermiş, ama onlardan önce asıl biz ölürmüşüz.
Mesela  atıyorum (atan ben değilim, kendisi) Hayrabolu’da,  Kurucaşile’de ya da Yeni  Zelanda’nın güney doğusunda (artık orası neresiyse) ani bir toplumsal olay olsa  ve bu olay televizyonlara yansısa biz sıradan insanlar olarak büyük bir panik ve  endişe içine girmez miymişiz, bu koltuk yüzlerinden bir iki yorum dinlemeden  evlerimizden çıkamaz, bırakın evlerimizden çıkmayı hacet için helaya bile  gidemez hale gelmez miymişiz?
“Gelmez miyiz hiç! Biteriz biz biteriz.”  dedim.
Programlar bittikten sonra stüdyoda dekorların arkasına tek sıra  diziyorlarmış bunları.
Sabah görevliler işe geldiğinde önce stüdyoların  ışıklarını yakıp bunların tozlarını alıyor
sonra kameraların önüne  yerleştiriyorlarmış yeniden.
Her haber kanalının kendi koltuk takımı varmış,  ama bazen kanalların bunları değiş tokuş yaptıkları da olurmuş. Devamlı  kullanılanlar zaten demirbaşa kayıtlıymış.
Kanallar bunları bazen farklı  renklerde karşılıklı diziyorlar, bazen ikili, üçlü şekilde yan yana  değerlendiriyorlarmış, artık programın cinsine göre.
“Her şey bir yana.  Dekoratif olarak bile çok hoş değil mi!” diyor, arkadaşım.
Tek itirazı şuna;  bu koltuk takımlarının yüzlerinin daha sık değiştirilmesi gerekirmiş bu   demokratik tüketim cumhuriyetinde.
Söyledikleri bana hayli enteresan geldi!  Bir arkadaşım vardı, Hayli Enteresan. Onu da sonra anlatırım.
15 Ocak 2010 Cuma
yeni dünya
eskiden ısınmak için soba yakardık. şimdi kazara soba yanan bir evin olduğu sokaktan geçsek, kokusundan hangi ev olduğunu bulabiliriz.
annelerimiz bıkmadan usanmadan her gün 3-4 çeşit yemek yapardı. biz yemek yaptığımızda 'teşekkür' alıyoruz, büyük bir kıyak yapmışızcasına. en çok yemek yapılan evde bile sıkışılan anlarda bir kaç tuş kadar yakın olan yemekçi dostlardan yardım isteniyor ve bu hiç garipsenmiyor.
çalı süpürgeleriyle her gün ev süpürülür, silinir, toz alınırdı. zaten çalı süpürgesi tozun yerini değiştirdiğinden yerleri silmek, mobilyaların tozunu almak kaydıyla tozla bir yakalamaca oynanır, temizlik ancak öyle sağlanırdı.şimdi su filtreli ve elektrikli süpürgelerimiz var. tozu arasak da bulamıyoruz.
eskiden pazar sineması diye bir şey vardı. popcorn westwernleri de şarlo'nun filmlerini de pür dikkat izlerdik. şimdi televizyondaki filmlere yüz vermiyoruz. amerikada yayınlandığı gün internete düşen ertesi gün gönüllü çevirmenlerce altyazısı yüklenen diziler takip ediyoruz.
eskiden telefon edebilmek için en az yedi defa bir deliğe parmağımızı sokar tıırt tııırt diye çevirirdik. şimdi bir iki yazının üstüne parmağımızla dokunmak yeterli oluyor.
eskiden mektup yazardık. gerçekten.
eskiden var ya, çeşitli şekillerde işleri yaver gitmiş herhangi biri 'yazar' payesi alabilir bu payeyle hayatının sükse kısmını idame ettirebilirdi. yazanlar yayınevlerinde sigara tüttürürken yazmaz görünüp yazabilmek isteyenler onları ziyarete gelirdi. çıkan dergilerden birinde isminin baş harfleri görünse sen 'başka' biri olurdun artık. ya da öyle sanardın. hatta yazabilen tek kesimin o ismi yazılanlar olduğu bile sanılırdı.
fotokopi fanzin vardı bir de. o başka bir alemdi. bu da başka bir alem şimdi.
geçenlerde eski bir arkadaşım 'ben fotokopi fanzin severim' dedi. geri kafalı herif :) 'artık fanzin internet oldu' dedim. bana hak verdi. açık görüşlü herifmiş.
eskiden benim babam sanat sanat ayakkabı yapardı. onun sanatıyla ödüller de almış ağabeyi bir gün ona şöyle demiş: 'nerede yapıyor olursan ol, işini iyi yaparsan seni bulur, takdir ederler.' bu cümle şimdiki zamanda sanıyorum daha kıymetli. herkes eteğindeki taşı ortaya döktü. yazmak da yayınlamak da kolaylaşmış gibi görünse de bana sorarsanız -ki ne gerek var aslında- sadece yayınlamak kolaylaştı. bunca yazılan şey varken ve bu denli geniş ve yüksek hızlı bağlantılar, artık bağlantılarını kullanıp 'ben yazıyorum' demek bir hayli zor. aralarından sıyrılabilmek, ortaya 'yeni' bir 'şey' koyabilmek.
bu yüzden edebiyat dünyamız artık 'dahi'lerle ruhlanacak. ve ben bunun iyi bir şey olduğunu düşünüyorum.
elimden geldiğince blogumuzu eski haline çevirdim. elim değmişken biraz renklendirdim. fakat ne yaptıysam yazar isimlerimize bir renk veremedim. onları görünür kılamadım. metinden ayıramadım.
dünya değişti. amerika ve avrupadaki her on kişiden biriyle en az, aynı tarz kahve içiyorum. medine'de satılan çayı demliyorum mutfağımda.
kendim çalıyorum, kendim dinliyorum.
12 Ocak 2010 Salı
inglorious basterds-2
11 Ocak 2010 Pazartesi
inglorious basterds-1
7 Ocak 2010 Perşembe
yeni kayıt
6 Ocak 2010 Çarşamba
yanlışlıkla
(epey uğraşıp şu gördüğünüz şablonu buldum. bence fena sayılmaz. ne diyorsunuz, kalsın mı başka bişey mi düşünelim? hatta dur anket koyayım kenara sonra da yatayım)
soru
bu çiçeğe nasıl bakılır ki?
5 Ocak 2010 Salı
hırsızın eli kesilsin
bir blogtan alıntılanmıştır -düzeltme yapılır mı buna hiç-
Boris: “merhaba  arkadaşlar, çıkmaza düştüğümüz her konuda foruma soracağım sanırım artık, bizim  kızımız yaklaşık 1 haftadır, evde gizli kapaklı kuytu yerlere geçip deli gibi  eşiniyor, yorulup nefes nefese kalıncaya kadar tıkır tıkır sürekli yapıyor bunu,  biz sesler aşağyı rahatsız etmesin die seslenip yanımıza çağırmasak belki devam  edecek, eskiden de yapardı, iki tıkırdar sanki yuvaya girer gibi kıvrılır  yatardı ve bunu içgüdüsel olduğunu okumuztum bir yerde, peki bu kadar şiddetli  kazamaya çalışması normalmidir? işin kötüsü bu tıkırtılara alt kat komşumuz çok  dayanamayıp çıkacaktır şikayete yakında, nasıl  engelleyebiliriz?”
Paker: “kazma  ihtiyacı duyuyo olabilir bunun nedenlerinden biri fazla dışarı çıkarmıyosanız  tırnaklarını törpülemek kesmek için yapabilir veya gene dışarı fazla  çıkartmıyosanız köpeğiniz dışarda kumları eşelemek istiyo evde oldu içinde bunu  evde yapmak zorunda kalıyo bence kum olan bi parka gidin parkta salın istediği  kadar kazsın eve gelince bidaha yapcanı sanmıyorum tabi huy  edinmediiyse..”
Cissi: “Bizimkide  yapardı bir ara taşa sonra pat die yatardı ama biz şanslıydık altımızda kimse  yoktu. :)”
Frkk:  “Tembel ırkların en önemli aktivitesidir aslında eşinmek, yattığı yerden :)  Bizimkide ingiliz bulldog tan üretilmiş bir ırk, bizimde devamlı biryerleri  kazmak gibi sorunumuz var ama neyseki minderinden ibaret :)”  
Boris: “sanırım  yukarda bahsi geçenleri hepsi birden geçerli olabilir :)
memeleri pek bi  büyük büyük ve kaçırır gibi oyuncak saklama derdi var, sahte gebelik gibi bişiy  olabilir, eşindiği yerler hep soğuk yerler, taş gibi, fayans gibi motoru  soğutmak için eşinip eşinip üstüne yatıyor olabilir, bide zaten tembel :) çok  teşekkürler anormal birşey olmadığı kesin, bu sahte gebelik olayını ilk defa  duyuyorum (zaten toplamda 7-8 aydır bir köpek sahibiyiz) için sanırım biz  sahiplerinin yapacağı birşey yok değil mi bekleyeceğiz  geçecek?”
(bir forumdan seçme, düzelti yapılmamıştır)
