yamuğun iç açıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yamuğun iç açıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
28 Nisan 2011 Perşembe
:(
kat kat üzülüyorum. insan böyle şeye üzülür mü yahu diyorum, üzüldüğüme üzülüyorum. ne zaman üzülsem o üzüntünün içinden kendime bir suç bulup çıkartmayı becerebildiğime üzülüyorum. bunlar iyi şeyler değil hacı. bunlar fena şeyler.
21 Şubat 2011 Pazartesi
men cale nale
cumartesi günü uyandım. uyandığımda saat 9 olmamıştı. gittim yüzümü yıkadım. sonra telefonum çaldı. açıp susturdum çalmasını. kardeşim konuştu. dedi ki "annem hastalandı. onu hasteneye götüreceğim. sen de gelir misin? saat onda emlakçıyla randevumuz var, geri dönmem lazım." "tabii, dedim. hemen hazırlanıyorum."
hemen hazırlandım. hazırlanırken hiçbir şey düşünmedim. sanki bir yere hazırlayıp koyduğum bir acil durum stratejim var. normal şartlarda gardrobun kapağını açıp melül melül kıyafetlere bakındığım halde, nasıl giyindiğimi anlayamadım. aynaya baktığımda farkettim ancak neler giydiğimi. sakin, ama çabuktum.
annem sık sık hastalandığı için, bu hem çok alışıldık bir şey oluyor hem de her seferinde korku dozu biraz daha artıyor. çünkü her seferinde kurtulunamayacak kadar ağır bir hastalığın altından kalkıyor. bir radde sonrası, bizi çok üzecekmiş gibi hissediyorum. dolayısıyla bir sonraki hastalık belki bir radde sonrasıdır düşüncesiyle, çok korkuyorum.
ama bu alışkanlık, acil hastaneye götürülmesi gereken bir anne varken evde, emlakçıyla olan randevuyu unutturmuyor. unutulmaması bir tarafa, her türlü işleyiş ona göre kolaylaştırılabiliyor. yani demeye çalışıyorum ki, şu annemin başına gelen rahatsızlığın onda biri sıradan bir insanın başına gelecek olsa, bütün sülale hastaneye toplanır, herkes her bir şeyini bırakır. bizde öyle olmuyor.
annemi merdivenlerden aşağı indirebilmemiz 25 dakikamızı aldı. sadece kardeşim ve ben vardık. muhtemelen evdeki diğer kişiler, benim evimde de olduğu gibi uyuyorlardı. onları uyandırmak aklımıza gelmedi. sessizce çıkıp gittik.
merdivenler bitip apartmanın kapısı göründüğünde saat 9:30 olmuştu. kardeşime dedim ki, "sen gelme. ben kendim götürürüm. emlakçıya geç kalmayın."
kardeşim evlenecek. emlakçıyla randevuları bu yüzden var. bir ev tutuyorlar.
o da "yalnız başına olman sorun olmaz mı? emin misin?" gibi sorularına gerekli cevapları aldıktan sonra bunu makul buldu.
annemle taksiye bindik. hastanenin ismini söyledim ve ekledim: "mümkün olduğunca çabuk!" diye. telaşlı değildim. endişeliydim ama telaşlı değildim. acil durum listesinde yazan yapılması gerekenleri yapıyor gibiydim.
annem nefes alamıyordu. nefes alıp verirken ağzının içinden düdük sesi gibi bir ses geliyordu. elleri, yüzü, aşırı derecede şişmişti. ara sıra kendinden geçiyordu.
sakince yanında oturdum takside. daha fazla nefes alabilmesi için onu kapıya yanaştırdım, pencereyi de epey açtım. alnını, ellerini sevdim yol boyunca. "az kaldı, biraz sonra hastanede olacağız" dedim ara sıra, sakin sakin.
gözüme çarpan ve garip olan tek şey taksi şöförüydü. arabayı gerçekten iyi kullanıyordu ve parasını ödeyen bir müşteri taşıyor gibi değildi, diğerlerine kıyasla. bir eşini, dostunu hastaneye götürüyor gibiydi.
yolda ablamla konuşup hastanede bizi bekleyen doktorun ismi, annemde gözlemlediğim durumlarla ilgili bilgi alış verişi yaptık. söylememe gerek yok. sakindik ikimiz de.
taksiciye parayı verdim, o paranın üstünü hazırlarken hızla inip bir tekerlekli sandalye kaptım, annemi sandalyeye oturttum, para üstünü aldım, teşekkür ettim, annemi acile taşıdım.
hepsi ama hepsi, önceden planlanmış ve defalarca pratiği yapılmış gibi. hiç bir tökezleme yaşamadan.
doktor geldi, üç serum deliği açtılar koluna. 4 tüp kan aldılar ayrıca. kalp atışları, tansiyon, nefes sayısı...
çekilebileceğim kadar kenara çekildim ki işlerini kolay yapsınlar, fazla uzağa gitmedim ki annem orada olduğumu bilebilsin. ara sıra alnını sevdim yine, yanaklarını... "daha iyi görünüyorsun şimdi" dedim.
Allah beni yalancı çıkarmadı. çok kısa bir zaman sonra gerçekten daha iyi görünmeye başladı. tansiyonu 22.5 olduğu halde.
annem hala hastanede. kardeşim o evi tuttu. ben de oturmuş blog yazıyorum.
iyi mi?
hemen hazırlandım. hazırlanırken hiçbir şey düşünmedim. sanki bir yere hazırlayıp koyduğum bir acil durum stratejim var. normal şartlarda gardrobun kapağını açıp melül melül kıyafetlere bakındığım halde, nasıl giyindiğimi anlayamadım. aynaya baktığımda farkettim ancak neler giydiğimi. sakin, ama çabuktum.
annem sık sık hastalandığı için, bu hem çok alışıldık bir şey oluyor hem de her seferinde korku dozu biraz daha artıyor. çünkü her seferinde kurtulunamayacak kadar ağır bir hastalığın altından kalkıyor. bir radde sonrası, bizi çok üzecekmiş gibi hissediyorum. dolayısıyla bir sonraki hastalık belki bir radde sonrasıdır düşüncesiyle, çok korkuyorum.
ama bu alışkanlık, acil hastaneye götürülmesi gereken bir anne varken evde, emlakçıyla olan randevuyu unutturmuyor. unutulmaması bir tarafa, her türlü işleyiş ona göre kolaylaştırılabiliyor. yani demeye çalışıyorum ki, şu annemin başına gelen rahatsızlığın onda biri sıradan bir insanın başına gelecek olsa, bütün sülale hastaneye toplanır, herkes her bir şeyini bırakır. bizde öyle olmuyor.
annemi merdivenlerden aşağı indirebilmemiz 25 dakikamızı aldı. sadece kardeşim ve ben vardık. muhtemelen evdeki diğer kişiler, benim evimde de olduğu gibi uyuyorlardı. onları uyandırmak aklımıza gelmedi. sessizce çıkıp gittik.
merdivenler bitip apartmanın kapısı göründüğünde saat 9:30 olmuştu. kardeşime dedim ki, "sen gelme. ben kendim götürürüm. emlakçıya geç kalmayın."
kardeşim evlenecek. emlakçıyla randevuları bu yüzden var. bir ev tutuyorlar.
o da "yalnız başına olman sorun olmaz mı? emin misin?" gibi sorularına gerekli cevapları aldıktan sonra bunu makul buldu.
annemle taksiye bindik. hastanenin ismini söyledim ve ekledim: "mümkün olduğunca çabuk!" diye. telaşlı değildim. endişeliydim ama telaşlı değildim. acil durum listesinde yazan yapılması gerekenleri yapıyor gibiydim.
annem nefes alamıyordu. nefes alıp verirken ağzının içinden düdük sesi gibi bir ses geliyordu. elleri, yüzü, aşırı derecede şişmişti. ara sıra kendinden geçiyordu.
sakince yanında oturdum takside. daha fazla nefes alabilmesi için onu kapıya yanaştırdım, pencereyi de epey açtım. alnını, ellerini sevdim yol boyunca. "az kaldı, biraz sonra hastanede olacağız" dedim ara sıra, sakin sakin.
gözüme çarpan ve garip olan tek şey taksi şöförüydü. arabayı gerçekten iyi kullanıyordu ve parasını ödeyen bir müşteri taşıyor gibi değildi, diğerlerine kıyasla. bir eşini, dostunu hastaneye götürüyor gibiydi.
yolda ablamla konuşup hastanede bizi bekleyen doktorun ismi, annemde gözlemlediğim durumlarla ilgili bilgi alış verişi yaptık. söylememe gerek yok. sakindik ikimiz de.
taksiciye parayı verdim, o paranın üstünü hazırlarken hızla inip bir tekerlekli sandalye kaptım, annemi sandalyeye oturttum, para üstünü aldım, teşekkür ettim, annemi acile taşıdım.
hepsi ama hepsi, önceden planlanmış ve defalarca pratiği yapılmış gibi. hiç bir tökezleme yaşamadan.
doktor geldi, üç serum deliği açtılar koluna. 4 tüp kan aldılar ayrıca. kalp atışları, tansiyon, nefes sayısı...
çekilebileceğim kadar kenara çekildim ki işlerini kolay yapsınlar, fazla uzağa gitmedim ki annem orada olduğumu bilebilsin. ara sıra alnını sevdim yine, yanaklarını... "daha iyi görünüyorsun şimdi" dedim.
Allah beni yalancı çıkarmadı. çok kısa bir zaman sonra gerçekten daha iyi görünmeye başladı. tansiyonu 22.5 olduğu halde.
annem hala hastanede. kardeşim o evi tuttu. ben de oturmuş blog yazıyorum.
iyi mi?
22 Ocak 2011 Cumartesi
diğer şeyler
kelebeklerden etkileniyordum ve henüz ikindi okunmamıştı. sülemaniye'den çıkmış, eminönü'ne inmiş, galata köprüsünü geçiyordum. güneş gölgemi boylu boyunca ayaklarıma seriyordu. elleri ceplerinde, doğrusunu söylemek gerekirse, pek bir ahenkli yürüyordu. gölgeme yaklaşan her bir gölge, bir süreliğine, tanıdığım, bildiğim birinin varlığına adadı kendini. çok yazık. kısa sürdü. çok yanıldım. defalarca. yanıldım.
29 Kasım 2010 Pazartesi
bu akşam bütün meeyhaaneleeriiiniiii..
benimkisi ceset. içerisinde de bir şey yok. benimkisi iyiden iyiye ayyaşlık artık. the trick to avoid hangover is: never stop drinking prensibi icabınca aralıksız içiyorum. hayır alkol değil. biliyorsunuz şart değildir.
eskiden -çoğunlukla bencilce sebeplerden- kendimi iyi bir insan yapmak isterdim. şimdi bi isteğim yok. bedenimin istekleri oluyor arada bir. onları karşılıyoruz işte mümkün olduğunca. üzülmüyorum, pişman olmuyorum, korkmuyorum, ummuyorum. bunların olmasına fırsat vermiyorum. kötü birisiyim ben. uzun yıllar kendimden hoşlanmadım. olabileceğim kadar süper harika bir insan olmadığım için kendime kızdım. kimse beni sevmiyor'a içerledim. kendi çapımda depresyonlarım oldu. şimdi bunlar çok geride kaldı bebeğim. şimdi benden geriye hayvan kaldı.
halbuki yazıktır ömre. bilmediğimden mi? ah bilmediğimden mi?? koy bi bardak daha ahahaha
ama: fatma seni seviyorum.
iiiistaaaaaanbuuuuuluuuuuuun......
14 Ekim 2010 Perşembe
what then.. what then??
insan kendisinden vazgeçmeyegörsün. kendi iyiliğini istemeyen birine kimin hayrı dokunabilir? böyle bir düşmekten nasıl ayağa kalkılabilir?
bu sabah karşımda kimse yoktu. bulaşık yıkıyor, shantel dinliyordum. "sen kendi iyiliğini istiyor musun ki?" sorusuyla karşı karşıya kalmak için beklenmedik bir andı.
-istemiyorum, uzun zamandır.
insanın kendi cevabına şaşırması çok tuhaf.
Etiketler:
salak kafa,
soru - cevap,
yamuğun iç açıları
22 Eylül 2010 Çarşamba
var olmak
düşmekle kalmayıp düştüğü yerde çürüyebiliyor insan. mutlu olmayan sonlar da var. filmin sonunda "aa kötü adam benmişim" demek de var. hayretin de türlü türlüsü var. var oğlu var.
ne yapacaksın. yatıp kalkıp yiyip içip alıp satıp gününü bekleyeceksin. elinden başka türlüsü gelirse ne ala. gelmezse o da senin elin. sana onu vermişler. elini koparıp yenisini takacak halin yok ya. yok oğlu yok.
çürüme koku da yapıyor tabi. çok yaklaşmamak lazım.
27 Ocak 2010 Çarşamba
ey ahali işte blogun son hali
sevgili arkadaşlarım, çok ciddi bir itiraz yoksa şablon böyle kalsın istiyorum. itiraz olursa çekinmeyin. bak aramızda lafı olmaz. yani ben böyle istiyorum diye peşin peşin yazdım diye bir çekinceniz olsun istemem. ama şunu da bilesiniz ki kırmızı çok güzel bir renktir. sizce de öyle değil mi? aksini düşüneniniz mi var? hayır varsa söylesin. yabancı mıyız, birimizin fikri öbürüne benzemiyor diye birbirimizi mi kıracaz. alt tarafı bir renk bir şablon. nedir yani. bugün böyle olur yarın başka türlü olur. ama ben böyle istiyorum. onu anlatabildim mi?
vedide hanımın tasarımı fevkalade şıktı ama benim gözümü ziyadesiyle yorduğunu ve kafamı karıştırdığı farkettim bir kaç hafta sonunda. inşallah ayıp etmiyorumdur. biraz ediyorum gibime geliyor. olsun seven kalpler hassas olur. ikimiz bir fidanın güller açan dalıyız. ama vedide bana dese ki yani jora senin bu yaptığın insanlığa sığmaz, yazıklar olsun dese ben de boynumu eğerim al sana kıldan ince kes gitsin kanlar fışkırsın sevgilim diye uzatırım önüne güzel bir aşk filmi sahnesinin birbirinden şahane kahramanları oluruz. bence yapabiliriz bunları. sonuçta insan.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)