peynirle yürüyen laf gemisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
peynirle yürüyen laf gemisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Kasım 2014 Perşembe

katip arzuhalim

Yazmak zorundayım. Blog yazarımın ben. Bloga yazarım.

Soyadı "şükür" denebilecek biri ki bir yazardır kendisi ve ben onu tam ismiyle buraya arama motorlarından gelinmesin diye yazmıyorum, şöyle konuşmuştu:

"Ş - bir kimsenin yazar olduğu nereden bellidir? Kime yazar denir? Siz, ne zaman kendinize yazar dersiniz?
Sizin de tanıdığınız biri cevap verdi, ben değilim -  yazdıkları yayınlanınca ve başkaları onu yazar olarak gördüklerinde
Bilgece gülümsedi şükür - hayır. Siz yazdığınızda ve kendinize yazar dediğinizde yazar olursunuz."

Yazmak zorundayım çünkü yazmadığım zamanlar beynimi kullanmıyorum. Düşünmek için yazmam gerekiyor. Düşünüp sonra yazmıyorum çünkü ben. Yazarken düşünüyorum. Düşünmeye ihtiyacım var. İşte bunun için yazmaya.

İleride ne olacak, geride ne olmuştu. İleri ve geri diye bir şey var mı? Yok sanki. Anım var. Anı oluyor sonra.

Sevgiyle selamlarım.

22 Nisan 2013 Pazartesi

fâsıla

buralar malum çok sıcak. son günlerde 36 dereceden gidiyoruz. ayrıca nem bu nemdir nem bu nemdir nem bu nemdir nem bu nem. saatte rahat bir bardak suyu terle kaybediyorumdur. ilk günlerde 28 derecede bile boğulur gibi oluyordum şimdi iyi kötü nefes alabiliyorum. klima uzun süre açık durunca gıcık yapıyor. vantilatör desen sırtıma sırtıma estikçe tutuluyorum. gene en iyisi yelpaze. ama o da işte el yorulması gibi şeyler..
yalnız arada öyle bir tatlı serin rüzgar çıkıyor ki, hastayken anneniz elini alnınıza koyup ateşinize bakar da hastalığın yarısı uçup gider ya ona benzetebilirim mesela.
başucunda merhametin nöbet beklediği hastadan hastalık bile korkar gider. sen mi yaman "o el" mi yaman derler adama. onun için sıcak mıcak... vız yani.
gene ben büyük konuşmayayım da bunun temmuzu var ağustosu var tıstıstıs :p

bu yazımda sembolik bir şekil yapmaya çalıştım. ayrıca dinlemekte olduğum yutüp videosunu eklemeye karar verdim şu anda. alakasını kurarsın ya da kurmazsın ona da ben karışamam. senin kendi hayatın sonuçta. tercihlerin olmasa ödüllerin veya cezaların da olmaz bebeyim.

gidersen sevgilim yaaşaayamam!

2 Mart 2013 Cumartesi

püsük

konuşmanın acemisiyim. düşündüğüm şeyi hangi kelimeyle ifade edeceğimi bilemeden hepsini birden söylemek isteyince böyle manası herkesçe bilinemeyecek kelimeler türetiyorum, şevel gibi. püsük de öyle çıktı bu gece. lambadan bahsediyordum, sönük demek istedim, kısık demek istedim ama püsük dedim.. çok eğleniyorum yav ben bunlarla :)

27 Temmuz 2012 Cuma

bugün rahat bi 40 derece vardı. ayrıca hala çok mutusuzum. kimse de beni sevmiyor. ergenim yani. gidiyim balkona bi sigara daha içeyim. belki geçer. sıcak başıma. vay başıma. insan kendisini tümünü seç, sil yapabilse negzel olurdu a dostlar? intihar nasıl ediyorlar ya? onu hiç anlamıyorum. bende böyle bi çantamı alıp çekip gitmek isteği uyanıyor genelde. bi de saçlarımı kesmek. önce saçlarımı kesmek sonra çantamı alıp gitmek. ama bunları yapamıyorum. çocuklarım var. saçımı bile kesmemden hoşlanmıyorlar, nasıl gidyim çantamı alıp. çantayı almak çok önemli.

14 Şubat 2012 Salı

zaif ü nizar

kontrolsüz bir şekilde hızla kilo kaybediyorum. iştahımı kaybettim, bulan getirsin. geceleri yatmadan önce yediğim beyaz peynirli sandviçin ve leyla ile mecnun seyrederken götürdüğüm bir tencere patlamış mısırın ise miğdemi altüst etmekten başka bir faydası olmuyor.
zaten boyum kısa, çocuk gibi bişey oldum :(

20 Mart 2011 Pazar

kendim yaz kendim oku

bu günlerde redaksiyon yapmanın tercüme yapmaktan daha güç bir iş olduğunu aynelyakin müşahade ediyorum. aynı zamanda da kafa kullanılmak içindir. kullanılmak için yaratılmış kafamızı yastıklarda harcamamalıyız. çalıştır sen onu biraz, bak nasıl güzel olacak. güzel kafa güzel kişide bulunur. işlemeyen demir pas tutar. pas kötüdür. bir de az yemeliyiz. hayvan gibi yememeliyiz, hakan albayrak onu çok güzel yazmış. eksik olmasın. o zaman her şey çok güzel olacak. zaten bahar da. bugün mart yarın nisan. (tam buraya sonu insan'la biten bir cümle yazmak için duyulan karşıkonulmaz istek) ama yapmayacağım. herşeyinbirsonu.

4 Kasım 2010 Perşembe

şiştim ama patlamadım

gecenin bir yarısı avuç içlerimde dayanılmaz bir kaşıntı hissederek uyandım. deliler gibi bir sağ elimi bir sol elimi kaşırken (aynı anda ikisi birden yapılmıyor) bir baktım ki ayaklarım da kaşınmaya başlamış. derken kulaklarım, sonra dizlerim.. bir kaç dakika sonra yüzüm, dudaklarım hatta dilim şişmeye başladı. kalp atışlarım da fena halde sıklaşınca endişelenmenin zamanı gelmiş olabilir diye düşündük (osmanla beraber, onu da kaldırdım çünkü beeey bey kalk bana bir haller oluyor amanıın nidalarıyla). çocukları karga tulumba arabaya atıp acile koştuk. bana bir oda verdiler, soyup önlük giydirdiler. bütün vücudum kıpkırmızı olmuş ve şişmişti. miğdem bulanıp başım dönüyordu. sonra bir adam gelip damar yolumu açtı, kan almaya başladı. ben o esnada bayılmışım. ayılmam çok acayip oldu. bir başka alemdeydim, rüya olabilir ama neydi bilemiyorum, gözlerimi açınca dört beş tane telaşlı suratla burun buruna geldim. birisi orama burama bişeyler yapıştırıyor, beriki tansiyon aleti takıyor, bir koşuşturma ortamı. neredeyim kim lan bunlar demin neredeydim filan diye düşünüyorum ama konuşamıyorum da. sonra yavaş yavaş açıldım. serum takmışlar. alerjik reaksiyonmuş. ama neye alerji? kimsenin bir fikri yok. semptomu tedavi ettik geçmiş olsun gene olursa gene bekleriz dediler. teşekkür ettik. biraz da kraker meyva suyu filan verdiler.
şimdi de biraz kırıklık var. film seyrediyorum. el secreto de sus ojos. 10 dk blog arası. devam.

15 Ekim 2010 Cuma

kırık

gelirken türkiye'den getirdiğim çay bardaklarımdan bir tanesi daha bu sabah kahvaltıda kırıldı. kaldı 4.

bu kadar bardakla bu macerayı sonuna kadar götürebilir miyim, bilmiyorum. beni çok zor bir 8 ay bekliyor. daha dikkatli olmalıyım. aslında herşey dengeyle ilgili. tek ayak üstünde biraz denge çalışayım bari. karate kid fiyuuuu!

24 Eylül 2010 Cuma

on numero

hiç numara yapma. beni ne kadar özlediğini artık biliyorum. rüyamda gördüm.
istersen bir kaç numara yap. ilerde üzerine konuşur güleriz.
çok numara yap. lazım.

23 Eylül 2010 Perşembe

6 Şubat 2009 Cuma

hastane havadisi

M-R korkunç bir şey, acayip gürültüler çıkartıyor. ama en azından ışık var ve bir süre sonra oradan çıkarılacağını biliyorsun. bir ara bayıldım sanırım.
ayrıca bende her zaman b12 eksikliği oluyor. o da ülser ve reflüden oluyormuş. unutkanlık, yorgunluk, kas ağrısı filan yapıyor. miğde hastalıklarımı seviyorum ama ben. bir de hiperaktivitemi çok seviyorum artık. hipertiroidi şimdilik yok galiba. tsh düşmüş gerçi. neyse amaaan.. bu sabah çay çok güzel olmuş. yarın da konya'ya gidiyoruz, grip mikrobu almaya :) yeterince portakal yersek vız geleceğine inanıyorum. dua edelim. her zaman.

16 Temmuz 2008 Çarşamba

çekiyorum

hepbirlikte bir resim çektirelim. bir dahaki sefere eksilmiş olabiliriz. ben ölmüş olabilirim. gene de biz oluruz. bensiz de biz olabiliriz. hem de daha iyi oluruz bakarsınız. ah canlarım benim. öp öp öp.
evet istanbulda bazı değişiklikler olmuş. özellikle metro ile ilgili bazı gelişmeler olduğu gözümden kaçmadı. finüküler midir nedir öyle bir sistem kurmuşlar taksimden kabataşa. bu taraf taksim gezi bu taraf ne biliyim ne bu finüküler de neresi aceba derken durumu kavradık. oradan sen telle sarkıt lokomotifi aşağıya kaydır, işte ona diyorlarmış. başka isim bulamamışlar finüküler olsun bari başka bulamadık diye karar vermişler. ayrıca bu metrolardaki yürüyen merdivenlere hücum edildiği zaman "merdivenler yürüken bir de ben tırmanarak çok sevgili enerjimi heba edemen" diye düşünen tembel zevatın, merdivenin sağ cenahına yapışmak suretiyle "ben koşarak çıkacağım acelem var veyahut canım tez" halet-i ruhiyesinde bulunan kardeşlerine yol verme kültürüne kavuştuklarını sevinçle müşahade ettim. istanbul halkının adam olma süreçlerini önümüzdeki altı sene içerisinde tamamlamayabileceklerini umuyorum. hadi aslanlarım elinizi çabuk tutun. sizi de allah yarattı. tesis de var.
dünyanın en güzel nargilesini fatma`nın bizi götürdüğü kallavi diye bir teras kafede içtik. istiklal mırıl mırıl. antiloplar ters ters.. nefis bir güzellikti. bahreyn tütünüymüş. bir de oraya yazmışlar terasın camına "üşürseniz lütfen şal isteyiniz" diye. böyle bir nezaket ortamı böyle bir güzellik dumanı içinde muhsin ile tanış olduk. kırmızı saçlı filan ama iyi biri. çünkü edep bu zamanda en zor meziyettir. sonra sen benim gibi boş ağızlıyı bile edeple dinle.. kim bilir başkalarını nasıl dinler bu çocuk o iştahla. allah hayırlar versin. muhabbet ettim doğrusu. annemi inandıramadım. ama annem zaten bir tuhaf. annemin oğlu gelmiş. anne dedim hepbirlikte bir resim çektirelim. bir dahaki sefere eksilmiş olabiliriz.

ben ölmüş olabilirim dedim.
bazı fotoğraflarda makineyi kurup kareye yetişmeye çalışan insan vardır ya o ne kadar sevimli bir insandır değil mi? :babam.
olmayacak bizim o resim işi. çocukları hiç kucağına almadı, oradan anladım. dün miğdesi ağrıyınca çantamdan çıkarıp proton pompası inhibitörü verdim ama işe yaramadı pek. çocukların adını hala ağzına almadı. ilk gün ihsanın eline bir diş fırçası vermişti gerçi. bu hiçbir şey demek değildir matilda.
gene de öptüm. canıma değsin!