kendi çapım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kendi çapım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Kasım 2013 Pazartesi

pis

sigarayı bırakıcam dedim üç katına çıkardım. yetmezmiş gibi açtım evgeny grinko dinliyorum. bu benim işte. bu beniiim işteeeee.. evgeny de istanbula gelmiş. gitmiş, pardon. çok özür dilerim hatalarım için. yapmamaya karar verirsem üçe katlayabilirim ama. çok pis katlarım.

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Fatih sarması

bugün osman hindistan'dan dönüyor. bu dönüş şerefine evde Fatih sarması yaptım. Fatih sarması benim en sevdiğim tatlı.
onu çok seviyorum. canım o benim. internetteki tariflerin hiç birisi aslına uygun gelmedi bana. o yüzden doğaçladım. ruloyu sararken pandispanyanın (muhtemelen biraz fazla pişirip kuruttuğum için) çatlamış olması haricinde gayet iyi oldu. bu haliyle "Fatih saramaması" adını daha ziyade hakeden tatlımın tarifini yazıyorum ki bir daha yaparken bakayım. hem başkaları da belki istifade eder.

malzemeler:
beş yumurta, bir su bardağı toz şeker (belki bir parmak azaltılabilir), bir fiske tuz, bir limon kabuğu rendesi, 2 su bardağından bir parmak eksik un, bir çay kaşığı kabartma tozu, iki çorba kaşığı sıvıyağ. şerbet için 2.45 bardak su, 2 bardak toz şeker. (edit: bu şerbetin az geldiğini sonradan farkettim. 2.45-3 bardak şeker, 3.5 bardak su daha iyi olabilir)

yapılım:
önce şerbeti ocağa koyunuz. şeker suda çözülüp kaynamaya başlar başlamaz altını kapatınız, şerbetin kaynamaması, koyulaşmaması lazım. bu bir tarafta soğusun.

yumartaların sarılarıyla aklarını dikkatlice (beyaza hiç sarı karışmayacak şekilde) ayırınız. şekerin yarısını beyazlara, yarısını sarılara ekleyip akların olduğu kaba bir fiske de tuz katıp  uzun süre (5 dk kadar) çırpınız, kar haline getiriniz. sonra sarıları da aynı şekilde uzun uzun çırpınız.

iki kaptakileri birleştiriniz, fazla karıştırmayınız, üzerine diğer malzemeyi  de katıp yeniden karıştırınız.

fırın tepsisine pişirme kağıdı serip üzerine pandispanya hamurunu düzgünce yayınız. 170 derece fırında pişiriniz. çabuk pişiyor, dikkat ediniz yakmayınız.

fırından çıkınca üzerine şerbetten bir iki kepçe kadar yediriniz. sonra biraz bal sürünüz, kayısı marmelatı da olabilir. varsa antep fıstığı, yoksa ceviz serpiniz. rulo yapınız, rulonun üzerine kalan şerbeti gezdiriniz.

yiyiniz.

16 Aralık 2012 Pazar

bi baktım mütehassis olmuşum

2006 yılının Aralık ayında, son yarısının ilk başındaydık. Altunizade semtinde müjdeyi vermişti, demişti ki 13 Ocak'ta Pendik'te Mesnevi okumaya başlayacağız. 13 Ocak 2007 - Cumartesi günü oradaydım. Canımız şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un ismini taşıyan sanat merkezinin küçük salonunda, yaklaşık elli kişiydik o ilk derste. Belki daha azdır, ama fazla değildir..

Bugün, yani 15 Aralık 2012 - Cumartesi günü, Pendik'te canımız derviş Yunus Emre'nin ismini taşıyan kültür merkezinin büyük, beşyüz kişilik salonundaydım. Ayakta kalan insanlar vardı, yerlere oturanlar, dışarıdaki televizyonlardan programı izleyenler..

En az yediyüz kişi bugün çok güzel şeylere teveccüh etti. Gözlerimle gördüm. İnsanı sevdim. Yine.

7 Nisan 2012 Cumartesi

hayat bazen bu kadar neşeli olmasa neşesiz olduğu zamanları anlayabilme kabiliyetine sahip değilim sanki ve gibi.

ayylardan beridir en neşeli anımı bugün yaşadım. 20 saatlik bir uçuştun söz ediyorduk hani ayşe. ayşe, 20 saatlik uçuştun söz ediyorduk ayşeyle. sonra birden geliverdi neşe. körük yoktu bu sefer elinde ve şarkı gibi bişey söylüyordu. bi an evimin en dağınık halinde. ismimin ayşe halinde. sen de gel. ya da buluşalım artık bi yerde. di mi ayşe?

20 Şubat 2012 Pazartesi

ömür

çok vakitte az işler. o da yarım yamalak.

15 Aralık 2009 Salı

distict 9

hayır bu uzaylılar dünyaya geleli 20 sene olmuş, birisi de gidip sormaz mı kardeş siz matematikte fizikte neler buldunuz, teknolojiniz ne alemde, o dev gibi gemi nasıl senelerce havada asılı duruyor diye? varsa yoksa silahları. olmaz olsun böyle insanlık dedirten bir film.

11 Kasım 2009 Çarşamba

bir kitap/bir yazar

survivor'dan önce hiç palahniuk okumamıştım. okuduğuma memnun oldum. invisible monsters'ı da aldım. onu da okuyacam. fight club'ı beğenmeyen herhalde yoktur aramızda. fight club'ı beğenmeyeni döverler. fotoğraflarından birisinde önündeki masada bildiğimiz türk usulü çaydanlık gördüm. chucky boy oy oy oy. insan, böyle sıska bezgin kısık gözlü içli bir tip bekliyor. bir bakıyorsun atletik (!) sırıtkan bir herifmiş. doğrusu biraz şaşırdım. ama çaydanlık iyi geldi, ortamdaki gerginliği aldı biraz.
kitabın başlarında bir yerde "any dead girl, i'm not what you call choosy" diyor. nedense o çakıldı kaldı kafama. insanın kafasına çivi çakılır gibi çakılıyor palahniuk'un bazı lafları. bazıları ise fena halde sıradan. lise seviyesinde sembolik anarşizm kokusu saçan cümleler de var aralarda. modernizmin çok klişe eleştirileri. eh batılı derinliğinin sınırları var tabi. gene de chuck palahniuk o sınırların zaman zaman üzerinde gezinebiliyor arada bir de olsa ötesinde bir yerlere dart okları atabiliyor. o oklardan bizim de onikimize, hadi hiç değilse dokuzumuza yahut yedimize isabet eden olmuşsa ne mutlu. bir ciddiyet yahu!
kitabının sonunda ne olduğunu yazmayışıyla da beni hayranlıklara boğdu kendileri. zaten (?) sayfalar ve bölüm numaraları sondan başa doğru gidiyor. kaçıncı sayfadasın değil de kaç sayfan kalmış. o çok iyi. dil çok sade, konu dahice, kurgu gayet sağlam. filmini çekmek üzere oldukları sırada 11 eylül patlamaları vuku bulduğu için askıya almışlar projeyi. uçak kazası filan var da kitapta, o açıdan.
web sitesindeki sıksorulansorular listesinin başında "palahniuk" nasıl okunur? sorusu var.
survivor "hayatta kalan" demektir ama "gösteri peygamberi" diye isim koymuşlar türkçe tercümesine. baktım tercümesi de fena sayılmaz.
bu kitap bize ne anlatıyor onu anlatacak değilim. o zaten anlatılmış.
elime başka ulaşan bilgi olursa paylaşmaktan çekinmem.

3 Kasım 2009 Salı

marsta hayat


şef dedektif sam tyler, 2006'da geçirdiği bir trafik kazasının ardından gene bir detektif olarak 1973 yılında uyanır. polisiye bir dizi "life on mars". beni cezbeden tarafı adamın aslında gerçek bir alemde olmadığını bildiği halde yaşamaya devam edebilmeye çalışması, çabalamak zorunda oluşu. sam tyler gerçek kendisinin bir hastane odasında yaşam destek cihazlarına bağlı olarak komada yattığının bilincindedir. her ne vakit "bu ne biçim iş zaten hiçbişey gerçek değil hepsi bana bilinçaltımın bir oyunu, oynamıyorum ulan" diyecek olsa kulaklarına gerçek dünyadan "aha ölüyor kalbi durdu çekelim fişini bari" filan gibi sesler gelmektedir. her gün işe gidip olayları çözmeye uğraşmak zorundadır. yavaş yavaş bundan zevk almaya başlar. herşey çok gerçekçidir, o bol paçalar, o geniş yakalar, güzelim şarkılar :) ama olmadık yerde kendisine hitap etmeye başlayan televizyonlar, kablosu kopuk telefonlardan arayan "aman oğlum sen konuşamasan da ben hastanede başında bekliyorum vazgeçme e mi" diyen annesi vs peşini bırakmamaktadır.diziyi tadından yenmez kıvama getiren unsurlardan en önemlisi eski usul polisiye yöntemlerle sam'in yöntemlerinin tutarsızlığı üzerinden fışkıran espriler. her bölümde okkalı birkaç kahkaha attırarak seyirciyi kuru drama çizgisinden alıkoymaya çalışmışlar anlaşılan. manchester aksanı da kulaklara şenlik..
life on mars ismi, kaza sırasında arabada çalan şarkıdan geliyor. dizi bbc için kudos yapım şirketi tarafından yapılmış. iki sezon sürdükten sonra farklı bir mecrada bi şekilde (ashes to ashes) devam etmiş. amerikalılar da kendilerine göre bir uyarlamasını yapmaya çalışıp ellerine yüzlerine bulaştırmışlar. sam tyler'ı, doctor who'nun ezeli düşmanı "the master"ı canlandırarak kötü adam kavramına yeni boyutlar katan john simm oynuyor. çok da iyi yapıyor. philip glenister, gene hunt rolünde o kadar harika olmasaydı simm'in oyunculuğu daha rahat parlayabilirdi. DCI hunt, gerçekten dünya tatlısı bir pislik herif olmuş. esas kız biraz odun tipinde ama olsun. ellerinize sağlık bütün life on mars ekibi. içtenlikle sizleri tebrik ederim.
şimdi gidip ilk sezonun sonuncu bölümünü seyredeyim. zaten hepi topu 16 bölüm, uzunca bir film gibi düşünülebilir.

çalışır durumdaki rapidshare linklerini de vereyim de seyretmek isterseniz işiniz kolaylaşsın sevgili arkadaşlarım:
life on mars

28 Şubat 2008 Perşembe

bazı iyi adamlar ölüdür. bazı adamlar ölü iyidir.

kerouac diye bir şair. 69'da ölmüş. saçma sapan bir ruh yakınlığı hissettim. yakınlık kuracak başka ruh kalmamış gibi. utanıyorum şu vaziyetimden biraz da. sarhoş herifin teki, ne işim olur diyorum. oluyor işte. bende çok sürmez hiçbişey nasılsa. henüz böyle bir insanım. şunu çevirdim (benim için önemli olanları bold yaptım):

modern düzyazının inancı & tekniği

1. gizli karalama defterleri,özensizce daktilo edilmiş sayfalar, kendi zevkim için
2. herşeye karşı ılımlı, açık, dinleyen
3. kendi evinin dışında asla sarhoş olmamaya çalış4. hayatına aşık ol
5. hissettiğin bir şey kendi şeklini (form) bulacaktır
6. zihnin çılgın dilsiz-aziz'i (crazy dumbsaint) ol
7. vurmak istediğin kadar dibe vur
8. zihnin derinliklerinden sınırsız istediğini yaz.
9. bireyin söylenemez hayalleri
10. no time for poetry but exactly what is (???) ("şiire zaman yok eğer tam da şiir değilse" olabilir)
11. düşsellik göğüste titreşme tiki yapar
12. önündeki nesneyi düşlerken vecd halinde sabit (ol)
13. edebi, dilbigisel ve sözdizimsel kısıtlamaları kaldır
14. proust gibi zamanın ihtiyar teahead'i ol (?)
15. dünyanın gerçek hikayesini içsel monologla anlatmak
16. ilginin cevher odağı gözün içindeki gözdür
17. hatırlayarak ve kendini hayrete düşürerek yaz
18. gözü dönmüş halde veciz, dil denizinde yüzerek yaz
19. kaybetmeyi sonsuza kadar kabullen
20. hayatın kutsal sınır çizgisine inan
21. zihinde bozulmamış haliyle mevcut bulunan akışın taslağını çıkarmak için mücadele ver
22. duraksadığında, kelimeleri düşünmek yerine resmi daha iyi görmeyi düşün
23. her günün izini sür, tarihini işle sabahlarının omuzuna
24. yaşantının, dilinin ve dağarcığının haysiyetinde korku veya utanca yer yok
25. dünyanın, kendisini tam olarak nasıl resmettiğini okuyup görmesi için yaz.
26. kitapfilm, dile dökülmüş filmdir. görsel amerikan biçimi.
27. içkarartıcı insanlık dışı o yalnızlık içinde şükretme karakterinde (ol)28. vahşi, disiplinsiz, saf, içten gelerek tahrir etmek. ne ka deli o ka iyi
29. sen her zaman bir dahisin
30. cennetten desteklenmiş & meleklendirilmiş yeryüzü filmlerinin yazar ve yönetmeni
-------
(bu da bir şiirinin sonu):

-yürüsem ayaklarım kırılır
-gülsem maskaralık maskelerim
-ağlarsam çocuk olurum
-yalancıyım, hatırlıyorsam
-yazarsam yazılar biter
-ölürsem bitmiştir ölüm
-yaşarsam ölüm henüz başlamıştır
-beklersem uzar beklemek
-gidersem biter gitmek
-uyursam huzur ağırlaşır-
huzur ağırlaşır gözkapaklarımın üzerinde-
-ucuz filmlere gitsem
tahtakurusu kaparım-
gücüm yetmez pahalı filmlere de
-ben hiçbir şey yapmazsam,
hiçbir şey yapar
--------


şiiri anlamak için yazıldığı dili bilmek luzumu olmadığının ispatı için:
http://www.youtube.com/watch?v=ysIpcZ_M-MA
(en başta öhea öhö öhöea şeklinde verilen iğrençlik duygusunu yakalamanı istiyorum fatma :))

not: sigara da içemiyoruz. nerelere gidelim...