Yazmak zorundayım. Blog yazarımın ben. Bloga yazarım.
Soyadı "şükür" denebilecek biri ki bir yazardır kendisi ve ben onu tam ismiyle buraya arama motorlarından gelinmesin diye yazmıyorum, şöyle konuşmuştu:
"Ş - bir kimsenin yazar olduğu nereden bellidir? Kime yazar denir? Siz, ne zaman kendinize yazar dersiniz?
Sizin de tanıdığınız biri cevap verdi, ben değilim - yazdıkları yayınlanınca ve başkaları onu yazar olarak gördüklerinde
Bilgece gülümsedi şükür - hayır. Siz yazdığınızda ve kendinize yazar dediğinizde yazar olursunuz."
Yazmak zorundayım çünkü yazmadığım zamanlar beynimi kullanmıyorum. Düşünmek için yazmam gerekiyor. Düşünüp sonra yazmıyorum çünkü ben. Yazarken düşünüyorum. Düşünmeye ihtiyacım var. İşte bunun için yazmaya.
İleride ne olacak, geride ne olmuştu. İleri ve geri diye bir şey var mı? Yok sanki. Anım var. Anı oluyor sonra.
Sevgiyle selamlarım.
bi dakka bişey diycem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bi dakka bişey diycem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
13 Kasım 2014 Perşembe
13 Mart 2013 Çarşamba
pasta süslemeciliği üzerine düşüncelerim
sağda solda, üzeri abuk subuk temalarla süslenmiş pastalar görüyorum. şeker hamuru denen tiksinç malzemeye gıda boyası katılarak yapılan bu süslemeleri benim gibi hasbelkader ağzınıza almışlığınız varsa bu tür pastaları hiç de iştah açıcı bulmayanlardan olmalısınız. değilseniz sizde bir sorun var kusura bakmayın. ya da siz çocuksunuz.
heykel yapasınız geldiyse alınız çamurunuzu gidiniz nerede yaparsanız yapınız ama nimeti murdar etmeyiniz.
heykel yapasınız geldiyse alınız çamurunuzu gidiniz nerede yaparsanız yapınız ama nimeti murdar etmeyiniz.
Etiketler:
bi dakka bişey diycem,
her şeyin bişeyi var
7 Ocak 2013 Pazartesi
şoma ziba hestid
Sağ kolum çok ağrıyor ama bu farsça ödevimi yapmama mani olamadı. O zaman buraya yazmama da mani olmaz. Ama buraya yazarak yatma vaktimi daha da geciktirmem, yarın farsça dersine gitmeme mani olabilir. Evet farsça. Onu diyorum işte :)
6 Aralık 2012 Perşembe
tv mevzuu
bir zamanlar ailelerin artık yalnızca tv karşısında bir araya geldikleri eleştirilirdi. artık onu da yapan kalmadı. herkes kendi bilgisayarından oturup izliyor dizisini v.s. tek başına. kitap okumaya filan hiç girmiyorum.
21 Kasım 2011 Pazartesi
müneccim tercüman
google translate çeviri yapınca neden komik oluyor biliyor musun, metni anlamadan çeviriyor da ondan. yani çevirdiğimizi anlamamız lazım ki sonuç komik olmasın. güzel olsun, orijinal manaya muvafık olsun.
ama "frithjof schuon"u anlayan beri gelsin. ne yer ne içer onu sorcam. (yoğurtsuz mantı, tereyağsız iskender filan gibi çok keyifsiz şeyler olduğunu zannediyorum menüsünde!)
8 Haziran 2011 Çarşamba
anneleri hep anneler doğurdu - safkan
galiba üç hafta oldu, annem hastaneye yatalı. üç haftadır çok zor anlar yaşadım. içimin dışıma çıktığı, dışımın kaybolduğu anlar oldu. bunların yanında hiç de az zor olmayan bazı zamanları da annemin hastanede olduğunu öğrenen yarenlerimin "nesi var?" sorusuna cevap vermeye çalışırken yaşadım. evet, hala yaşıyorum.
annemin bu dünyaya ait olan vücudu neredeyse iflas etti. önce böbrekler yapmaları gereken şeyi yapıp vücudundaki suyu süzmediler, annem şişti. içi su dolu bir balon gibi oldu. o su, kalbine baskı yaptı, kalbi bi garip atmaya başladı. o su ciğerlerine toplandı, nefes alamamaya başladı. bir insanın tansiyonu 26'ya çıkar mı? anneminki çıktı, yoğun bakıma kaldırıldı. şekeri 35'e de düştü, 500'e de çıktı. böbrekleri kan üretmedi, vücudu kansız kaldı. yoğun bakımda çok kalmadı annem, bi müdet sonra çıktı. diyalizle tanıştı ama şimdilik beraber yaşamıyorlar. vücudunda bir yerlerinde bir enfeksiyon var mesela. nerede olduğu bulunamıyor. ilaçları sırayla deniyor doktorlar. az dozlarla. hangisine cevap verirse onunla tedaviye devam etmek istiyorlar.
annem bir ara rüyalarla gerçekleri karıştırdı. bir nevindir bir kabustur aldı gitti. biz hepimiz, onun kabuslarına saygı gösterdik. sadece o görmüyor, hepimiz görüyor biliyormuşuz gibi hissettirdik. yoksa annem bize çok kızdı.
sonra toparlandı biraz. ama ruh hali, allahım ben annemi daha önce hiç, böyle hiç görmedim. annem bir pamuk helvaya dönüştü. sağ elimin üç parmağıyla koparıp koparıp yemek istediğim bembeyaz bir pamuk helva oldu annem.
ben onu çok seviyorum.
annemin bu dünyaya ait olan vücudu neredeyse iflas etti. önce böbrekler yapmaları gereken şeyi yapıp vücudundaki suyu süzmediler, annem şişti. içi su dolu bir balon gibi oldu. o su, kalbine baskı yaptı, kalbi bi garip atmaya başladı. o su ciğerlerine toplandı, nefes alamamaya başladı. bir insanın tansiyonu 26'ya çıkar mı? anneminki çıktı, yoğun bakıma kaldırıldı. şekeri 35'e de düştü, 500'e de çıktı. böbrekleri kan üretmedi, vücudu kansız kaldı. yoğun bakımda çok kalmadı annem, bi müdet sonra çıktı. diyalizle tanıştı ama şimdilik beraber yaşamıyorlar. vücudunda bir yerlerinde bir enfeksiyon var mesela. nerede olduğu bulunamıyor. ilaçları sırayla deniyor doktorlar. az dozlarla. hangisine cevap verirse onunla tedaviye devam etmek istiyorlar.
annem bir ara rüyalarla gerçekleri karıştırdı. bir nevindir bir kabustur aldı gitti. biz hepimiz, onun kabuslarına saygı gösterdik. sadece o görmüyor, hepimiz görüyor biliyormuşuz gibi hissettirdik. yoksa annem bize çok kızdı.
sonra toparlandı biraz. ama ruh hali, allahım ben annemi daha önce hiç, böyle hiç görmedim. annem bir pamuk helvaya dönüştü. sağ elimin üç parmağıyla koparıp koparıp yemek istediğim bembeyaz bir pamuk helva oldu annem.
ben onu çok seviyorum.
28 Ekim 2010 Perşembe
kafa ütüleyici
dilimin ne kadar yamuk olduğunu fark ettiğimde altı aylık gelindim ve kocamın memleketinden dönüyorduk. uzun bir ayrılığın ardından -ki dört gündür sınırım, geçince özlemeye başlarım- istanbul'a dönüyor olmanın neş'esiyle her zamankinden fazla -hayır bu olmadı- çok fazla konuşuyordum. bir zaman sonra daha memleket sınırlarından çıkmadığımız halde kocamın her zamanki gibi sarih bir istanbul lehçesiyle konuştuğunu sarsılarak fark ettim. sarsıldım çünkü konuşuyor işte'den sarih bir istanbul lehçesi'ne geçen tanımlamanın fonunda benim il sınırları içinde bulunduğumuz memleketin lehçesiyle konuşuyor olmuşluğum duruyordu ulu orta.
diyeceğim o ki iki gündür italyan ve isviçre'li arkadaşlarımla mesai yapıyorum. hayır, onlar için türkçeyi güzel konuştukları rahatlıkla söylenebilir ama benim için, evet denemez.
diyeceğim o ki iki gündür italyan ve isviçre'li arkadaşlarımla mesai yapıyorum. hayır, onlar için türkçeyi güzel konuştukları rahatlıkla söylenebilir ama benim için, evet denemez.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)