işte öyle etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
işte öyle etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Nisan 2013 Çarşamba

bir ingiliz bir alman.. bir laz.

dün gece bir alman, iki ingiliz ve iki avusturyalıyla aynı sofradaydım. ingilizlerden biri aslında macar'dı, biraz da romanyalıydı. pakistan'da doğmuş. ailesi de zaten şimdi yeni zelanda'da yaşıyormuş. ingilizliği bununla sınırlı olunca son derece şeker bir richard haline gelmiş bir amcamız. osman ona küçük kafalı richard diyor. gerçekten cüssesine göre ufak bir kafası var. ama hayatını kitap yapsa bestseller olur ilk de ben alıp okurum öyle de güzel bir adam.
alman biraz türktü biraz da mısırlıydı, arapça biliyordu. genellikle arap ülkelerinde yaşamış enteresan bir tip. süper bir tarih ve siyaset bilgisi. böyle bir arabic lawrance havası var. zaten tip de benziyor. gizli servisle filan da alakası var galiba. merkel'in danışmanıymış. sonlara doğru iyice kafayı bulup dili çözüldü ama malesef aksanı da kaydı. en heyecanlı yerinde almanca filmin dublajının kesilmesi gibi bişey.
ev sahibi olan avusturyalılardan bir tanesi çek'ti. manilaya gelmemiz şerefine kadeh kaldırdılar, limonata kadehimle karşılık verdim. o andaki kendime yabancılık hissini, ne oluya lan duygusunu tarif edemiycem.
yemek 9da bitti 12ye kadar ev sahibemiz yohanna'nın tatlıyı "pişirip" sofraya getirmesini bekledik. kadın her mutfağa gittiğinde tatlı gelecek diye beklerken yeni bir şarap şişesiyle geliyordu. bu arada yohanna'nın kocası bernt beyle avusturya'da yaşayan türklerin durumu ve milliyetçilik gibi mevzulara girdik. dedim ki biz onları türkiye'de bile pek hoş karşılamıyoruz sizin milliyetçiler de kendince haksız sayılmaz berntciğim. ama tabi olan olmuş, adamları kovmak çare değil, entegre etmeye bakacaksınız artık. bizde de oluyor bunlar. o kadar şeyapma yani dedim.
çay yok sigara yok o masada o tatlıyı ne bekledik arkadaş. ne bekledik...gele gele kakaolu sıcak kek geldi. yedik de kalktık çok şükür. eve geldik saat bir. çocuklar uyumuş.

16 Aralık 2012 Pazar

bi baktım mütehassis olmuşum

2006 yılının Aralık ayında, son yarısının ilk başındaydık. Altunizade semtinde müjdeyi vermişti, demişti ki 13 Ocak'ta Pendik'te Mesnevi okumaya başlayacağız. 13 Ocak 2007 - Cumartesi günü oradaydım. Canımız şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un ismini taşıyan sanat merkezinin küçük salonunda, yaklaşık elli kişiydik o ilk derste. Belki daha azdır, ama fazla değildir..

Bugün, yani 15 Aralık 2012 - Cumartesi günü, Pendik'te canımız derviş Yunus Emre'nin ismini taşıyan kültür merkezinin büyük, beşyüz kişilik salonundaydım. Ayakta kalan insanlar vardı, yerlere oturanlar, dışarıdaki televizyonlardan programı izleyenler..

En az yediyüz kişi bugün çok güzel şeylere teveccüh etti. Gözlerimle gördüm. İnsanı sevdim. Yine.

3 Haziran 2012 Pazar

sayıklama

bir şey yapıyor ve o yaptığı şeyin iyi bir şey olduğunu anlayabilecek kadar yağmur yağıyor üstüne. böyle insanlar da var.

zaman zaman çöpten kağıt toplayan bir kadın olduğumu hayal ediyorum. geri dönüp bu kişi olduğumda çöpleri geri dönüştürülür ve dönüştürülemez diye ayıran bir kişi olmama yarıyor bu. çöpten kağıt toplayan bir ekolojist olduğumda, ekolojist ne demek bilmiyor oluyorum. ayrı poşetlenmiş kağıtlar ve pet şişeler için müteşekkir olmamı engellemiyor bu. bakıyorum, çöpleri ayrı paketleyen insanlar görüyorum ve diyorum ki "böyle insanlar da var."

yaptığı şeyin iyi bir şey olduğunu anlaması için üzerinden çok zaman geçmiş olması gerekebilir. h2O olmayan rahmetlerden bazılarına gark olmuş da. bir nefes duymuş, bir söz anlamıştır belki. belki her an yanında olan bir ağız sevmiş ve onunla konuşmuştur ona. bir rüya görmüş, bir çiçek koklamıştır.. bilemem. böyle insanların da olduğunu bilirim.

17 Şubat 2012 Cuma

yıldız

bazı insanlarla yıldızım barışmıyor, bazılarıyla yıldızım barışık. bir tanesiyle ise yıldızlarımız fena halde yapışık.

19 Kasım 2011 Cumartesi

Orda bir koy var uzakta

Biraz korkusuz biri gibi gorunebilirim belki, ilk bakışta. Öyle olmadığına sizi temin ederim halbuki, son tahlilde.

Bundan birbucuk sene oncesinden birbucuk sene oncesine kadar olan biten bir şey vardı. Bazı olan seyler oldururken bazıları ise bitiriyor azizim insanı. Bendeki de öyle bir şeydi iste, bitiren cinsten. Bitmeden ölmeyi istemediğim kadar ölmeden bitmeyi de istemediğimden kastım catlarimi. Öyle korkutucu göründüm ki gözüme kaslarımı çatınca ağzım yüzüm o kelimeler gibi birbirine girdi. "orda dur!" dedim ona. O aynadaki garabet yaratığa.

Öyle korkunçta ki dostlar; dost basa, düşman ayağa.. Duruverdim orda.

27 Nisan 2011 Çarşamba

vaziyet

olmadı washington işi. 30 haziran'da istanbul üzerinden ankaraya dönüyoruz. hiç sevinmedim buna. amerikaya da bayılmıyordum ama ankaradan daha kötü bir yer düşünemiyorum yaşamak için. zindana atılacakmışım gibi geliyor. artık devletin tazminatını ödeyinceye kadar 4 sene dişimizi sıkıp sonra kaçacak bir yer bakıcaz.. önümüzdeki iki, üç ay içinde yapmak zorunda olduğum işler de gözümde fena halde büyüyor.
şimdi bana sağlam bir "bismillah" lazım.
burası senin dünyan Allah'ım. bu da senin ayşe'n..

17 Nisan 2011 Pazar

istanbul'u laleler sarmış. burada daha ağaçlar yeni yeni tomurcuklanıyor. ama washington daha ılımanmış, iklimi istanbul'unkine benziyormuş. osman geçen hafta gitti, bahar gelmiş o tarafa. iyi geçmiş iş görüşmesi. 2012 baharında nerede olacağımı bilmiyorum. biraz korkuyorum. biraz da bana her şey bir geliyor artık. bir şey dışında. onun da dışındayım zaten.
iki gündür fatma'ya facebooktan sesleniyorum cevap vermiyor. fatma kelimesinin görüntüsü ne hoş değil mi? bi kağıda fatma yaz, otur seyret. ama küçük harfle.
mutedil dalgalı bir belirsizlikler bulutunda geziniyorum günlük. açsınlar artık blogger'ı erişime ya.

19 Ocak 2011 Çarşamba

nerelere gideyim

antropoloji doktorası yapmak istiyorum. sonra da lazlar üzerine araştırmalar yaparım, şehir üniversitesi'nde hoca olurum. olabilir bunlar. ama türkiye'de zor. kanada'da bir iş var (bu aralar ankara'ya dönmemek için ne yapacağımızı şaşırdık da). o olursa mcgill'e başvurucam. burslu kabul etmezlerse al kardeşim parası neyse veriyorum diyecem, eğitimden önemli ne var? beyim de bu fikirde :P
kanada fikri iyi geldi. kafamdan istanbul hayallerini bir nebze atabildim. çünkü istanbul'a kafayı çok takarsam sonra da olmazsa çok üzülürüm. ama montreal öyle değil. olmazsa derim ki, zaten çok uzaktı, çok da soğuk oluyormuş kışları, ortalık gay kaynıyormuş, kızları da çok güzelmiş, zaten çok para da bizi bozar filan diyerek kendimi teselli ederim. ama istanbul'un tesellisi olmaz. lütfen dua ediniz. hakkımızda hayırlısı. ama ankara olmasın da :)

11 Aralık 2010 Cumartesi

jora! sen bizim! her şeyimizsin!

jora sen bu dünyadaki her şeyin zıddısın. her şey senin varlığınla var. diğer her şey, sen olmayan bir şey.

jora, sen susarsan her şey susar.

sen konuştukça cıvıl cıvıl olur kainat. yıldızlar parlar, gökkuşağı çıkar, kızlar şarkı söyler.

biz, sessizliğini çizmemek için ses etmeyiz. konuş dersen konuşur, otur dersen otururuz. büzülünce büzülür, süzülünce süzülür.. eller, şak şak şak! ayaklar, rap rap rap!

yani biz, dünyadaki diğer her şey gibi değil, senden bir parça olan biz.

ya!

22 Kasım 2010 Pazartesi

alıntı

"Hz. Hatice'nin ilk Müslüman olduğu, Hz. Sümeyye'nin ilk İslam şehidi olduğu bir toplum içerisinde kadını ikinci sıraya oturtmak hakkına hiçbir manyak sahip değildir."

Onk. Dr. Halûk Nurbaki
Nurdan Anneler - Damla Yayınevi
Sayfa: 84

10 Kasım 2010 Çarşamba

jet lag ama slow olanından

06:08

galiba amerika saatine ayak uydurdum. daha uykum gelmedi.

hiç uyumasam, diyorum her sabaha karşı böyle. ama dizlerim ağrıyor. uzanıp yatmak istiyor vücudum. e yatınca da uyuyorum haliyle. uyanıyorum sonra, 3-4 saat kadar ileri bir vakitte. uykumu da almış oluyorum. ama diyorum ki, daha çok az uyumuşsun, biraz daha uyu istersen. isterim! diye cevaplıyorum kendimi, kendimi uykunun yumuşak kollarına bırakıyorum. ve en erken 3-4 saat sonra uyanıyorum tekrar. hayat böyle gidiyor.

ben bunları buraya yazdım ya, değişir artık. zaten onun için yazdım.

ama bunu da buraya yazdığım için artık değişmeyebilir. zaten nötrlemek için yazdım.

hepsini birden sadece canım istediği için yazdım.

tam on saattir kimseyle konuşmuyorum. o sebepten.

4 Kasım 2010 Perşembe

şiştim ama patlamadım

gecenin bir yarısı avuç içlerimde dayanılmaz bir kaşıntı hissederek uyandım. deliler gibi bir sağ elimi bir sol elimi kaşırken (aynı anda ikisi birden yapılmıyor) bir baktım ki ayaklarım da kaşınmaya başlamış. derken kulaklarım, sonra dizlerim.. bir kaç dakika sonra yüzüm, dudaklarım hatta dilim şişmeye başladı. kalp atışlarım da fena halde sıklaşınca endişelenmenin zamanı gelmiş olabilir diye düşündük (osmanla beraber, onu da kaldırdım çünkü beeey bey kalk bana bir haller oluyor amanıın nidalarıyla). çocukları karga tulumba arabaya atıp acile koştuk. bana bir oda verdiler, soyup önlük giydirdiler. bütün vücudum kıpkırmızı olmuş ve şişmişti. miğdem bulanıp başım dönüyordu. sonra bir adam gelip damar yolumu açtı, kan almaya başladı. ben o esnada bayılmışım. ayılmam çok acayip oldu. bir başka alemdeydim, rüya olabilir ama neydi bilemiyorum, gözlerimi açınca dört beş tane telaşlı suratla burun buruna geldim. birisi orama burama bişeyler yapıştırıyor, beriki tansiyon aleti takıyor, bir koşuşturma ortamı. neredeyim kim lan bunlar demin neredeydim filan diye düşünüyorum ama konuşamıyorum da. sonra yavaş yavaş açıldım. serum takmışlar. alerjik reaksiyonmuş. ama neye alerji? kimsenin bir fikri yok. semptomu tedavi ettik geçmiş olsun gene olursa gene bekleriz dediler. teşekkür ettik. biraz da kraker meyva suyu filan verdiler.
şimdi de biraz kırıklık var. film seyrediyorum. el secreto de sus ojos. 10 dk blog arası. devam.

16 Ekim 2010 Cumartesi

sevinç

çok güzel çok tatlı bişey oldu ama fotoğrafını da çekip öyle yazmayı düşünüyorum. fotoğrafını çekmek için sabah olmasını beklemeyi düşünüyorum. çünkü okuma lambası altında çektiğim pek güzel olmadı diye düşünüyorum.

ne güzel bir allahımız var :)

8 Ekim 2010 Cuma

deklare

yokluğunuzda neler yapmak zorunda kaldığımı tahmin edemezsiniz. ben de söylemem. pışık! söyleyeyim de gelene kadar bana laflar hazırlayın değil mi? söylemem. yüzünüze pat pat söylerim. o zaman acırsınız halime, kendinizi suçlu hissedersiniz belki. sizin kendinizi suçlu hissetmenizi istemem. suçlu olduğunuzu bilin, yeter. hissetmeye gerek yok.

2 Şubat 2010 Salı

havadan sudan

bugün çok gök gürledi, çok yağmur yağdı, çok şimşek çaktı istanbul'da.

bugün ben bir sürü şey düşündüm, gerekli gereksiz. demin balkonda sigara içerken mesela, nerden aklıma geldiyse şairleri düşündüm.  a)sözlük karıştırarak şiir yazan şairler b)ansiklopedi karıştırarak şiir yazan şairler c)şiir yazabilmek için milletin karısına kızına iş atan şairler d)şair olmak kastıyla a-ilesinde bir ayrık a gibi yaşayan şairler. evet, hepsi de 'ler'. galiba biraz fazla şair tanımışım. bu kategorilerin dışında olanlar da var elbette. onlara bir sözüm yok.. bunlaraysa hiçbir sözüm yok!

sonra bir hikaye dinledim ben bugün. ama hayat hikayesi. bir adam varmış. gençliğinde bir kıza aşık olmuş. kız da onu sevmiş. ama evlenmelerine müsade etmemişler. kızı adama vermemişler. adam, bu sebeple tımarhaneye girmiş girmiş çıkmış gençliğinde. sonra yürüyeceği bir yol bulmuş.

kız evlenmiş. adam da evlenmiş. adamın torunları olmuş. kadının da torunları olmuş. adamın torunlarının çocukları olmuş.

gelmiş seksen küsur yaşına. kaptanmış bu amca. teyze de ankara'da yaşıyormuş. bir telefon açarmış bazen kaptan amca. sesini duyar kaparmış. seksenküsur yaşında. bazan da ortalıktan kaybolurmuş bir kaç gün. "neredeydin kaptan amca?" "ankara'ya gittim. bir görüp geldim." seksenküsur yaşında.

"aşk'a bak!" dedi.
bakakaldım ben.

1 Şubat 2010 Pazartesi

bir sevgi filimi avatar

avatarin konusuna klişe diyenler olmuş (a canım diyenler olmuş) evet konu bence de biraz klişe aslında. fakat ben bunu, marifeti açığa çıkarmak için akıllıca bir yöntem olarak değerlendirmeyi tercih ediyorum. klişe bir konuyu bile bakın çok özel bir dille anlatınca nasıl orijinal ve tadından yenmez bir film yapılabiliyormuş şeklinde (kenarlardan basık armutumsu bir şekil canladırınız)

ayrica:
fantastik filmde mantık hatası arayan, kusur bulayım diye bakan adam sözüm sana: kusur senin eğlenceyi kaçırttıran kafandadır. yok oksijen maskesi yokmuş bilmem hangi sahnede o öyleyse bu nasıl böyle oluyormuş.. sen git de haber bultenlerini seyret acikoturumlari seyret. daha önce de bunu doctor who bağlamında yazacaktım elim değmemişti. şimdi söylüyorum. yıkılın karşımdan! (domino taşları gibi yıkılan kel kafalı hımbıl adamlar düşününüz)

hayal gücü diye bir güç var. bunu insan üretiyor. bu gücü kullanarak gezegenimizde çok büyük işler becerebiliriz arkadaşlar. becerebilenleri de alkışlayalım. üç boyutlu gözlüklerimizi çöpe atmayalım, saklayalım.

o canım ormanlar, o kuşların sırtında uçmalar filan nefis.. nefis.